Analiz: Türkiye ve enerji silahları
"Türkiye Enerji ile Şahlanacak" yazı dizisinin son bölümünde Deloitte Enerji Lideri Sibel Çetinkaya, dünyada enerji trendlerinden, ABD - İran çekişmesine nükleer santrallerden bor rezervlerine Türkiye'yi etkileyecek önemli faktörlerin detaylı analizini Süheyla Yılmaz'a çözümledi
Türkiye Enerji ile Şahlanacak yazı dizisinin son bölümünde Deloitte Türkiye Enerji, Doğal Kaynaklar ve İnşaat Endüstri Lideri Sibel Çetinkaya, dünyada enerji trendlerinden, ABD - İran çekişmesine nükleer santrallerden bor rezervlerine Türkiye'yi etkileyecek önemli faktörlerin detaylı analizini Süheyla Yılmaz'a çözümledi; Sibel Çetinkaya detaylı analizinde dünyada enerji trendlerinin gittiği yöne dikkat çekti.
-Dünyada enerji trendleri
Dünya genelindeki son dönem trendlere bakıldığı zaman son 10 yılda petrol fiyatlarındaki artışın "çok dikkat çekici" olduğunu belirten Çetinkaya, eğilimleri belirleyici, öne çıkan faktörleri ise şöyle sıralıyor:
-İki ana referans fiyatı temsil eden ve geçmişte hep birbirine yakın seyreden WTI ve Brent petrol fiyatlarının çeşitli nedenler ile ayrışmış olması,
-Kaya gazı gibi geleneksel olmayan yöntemler ile üretilen doğalgazın piyasalara etkileri,
-Karbon emisyon politikalarının geleceği ile ilgili belirsizlikler,
-Fukushima sonrası nükleer enerji politikaları,
-Yenilenebilir enerji teşviklerinin genel olarak tüm enerji politikalarına etkileri
Türkiye'de ise enerji politikalarının yerel kaynaklara yönelme ve kısıtlı arzı olan doğalgaza bağımlılığı kırma cabaları etrafında şekillendiğini belirten Çetinkaya, "Enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji kaynaklarının iletim sistemine sorunsuz entegrasyonunun sağlanabilmesi üzerinde daha çok caba harcanmasını gerektiren konular olarak öne çıkmaktadır." vurgusunda bulundu.
-Türkiye'nin nükleer enerjiye yaklaşımı...
Akkuyu ile başlayan, daha sonrasında Sinop ve 3. bir lokasyonda kurulacak nükleer güç santrallarının (NGS) yatırım kararları ile hayata geçmek üzere olduğunu hatırlatan Çetinkaya, "Akkuyu modeli, farklı NGS yatırım modellerinden yap-işlet altyapısı üzerine kurgulanmış olup, yatırım ve işletme riskini ve sorumluluğunu büyük oranda proje şirketinde bırakan, belli bir süre ve oranda devletin alım garantisini içeren bir modeli kapsamaktadır. Türkiye Hükümeti, enerjide %7,5-8’ler seviyesinde artan talebi karşılayacak ve 2016 sonrasında oluşabilecek muhtemel arz güvenliği riskini en aza düşürecek önlemleri şimdiden almak zorunda olduğunun farkındadır. Nükleer yatırımları, en büyük cari açık problemi ve dışa bağımlılık yaratan unsurların başında gelen doğalgaz ile üretimin gelecekteki belli oranda ikamesi olarak görülmektedir ve bu konuya ilişkin sosyal ve ekonomik tedbirler şimdiden alınmaya çalışılmaktadır." bilgisini verdi.
Çetinkaya; NGS yatırımları konusunda mevcut durumda gelinen nokta dikkate alındığında, bu aşamadan sonra en fazla dikkate alınması ve güçlendirilmesi gereken noktaları ise şöyle sıralıyor:
-Teknoloji transferine yönelik yerel kapasite geliştirmeye daha da ağırlık verilmesi,
-Nükleer güvenlik tasarımının ve işletme sonrası denetiminin detaylandırılması ve işletme sonrası devreden çıkarmaya yönelik tasarımın şimdiden ele alınmaya başlatılması.
Çetinkaya; bu noktalara ek olarak ise NGS ile yaşama bilincinin sosyal paydaşlar üzerinde süratle ve doğru yöntemler ile oluşturulmaya ve arttırılmaya devam edilmesinin de önemli bir aksiyon adımı olarak görüldüğünü belirtiyor.
-Gelişmiş ülkeler neden nükleerden çıkar mı?
Almanya ve Japonya gibi nükleer enerji sayesinde var olmuş iki dünya devinin nükleerden vazgeçmeyi planladığı bilgisi ile ilgili olarak Çetinkaya; "Almanya ve Japonya’nın aldıkları kararların temelinde, güvenlik kriterini baz alan teknik sebeplerden çok, Fukushima sonrası şiddetle artan kamuoyu baskısı yatmaktadır." açıklamasında bulundu.
" Şüphesiz bu tür kararlar, Dünyanın 4-5 en büyük ekonomisi arasında başlarda yer alan bu 2 sanayi devinin ekonomik büyümeyi öngören yol haritasını ciddi anlamda sıkıntıya düşürecektir." diyen Çetinkaya, "Almanya hükümeti özellikle yenilenebilir enerji tarafındaki teşvik ve yatırımları süratle arttırmak niyetinde olup, dünyanın bu alanda önde gelen markası olmayı hedeflemektedir. Almanya mevcut durumda en eski reaktörlerini kapmış durumdadır ve Japonya’nın yeni hükümeti ise nükleer reaktörlerden tamamıyla vazgeçmek yerine güvenli olanları tekrar devreye almak yönünde çalışmalarını devam ettirmektedir." bilgisini verdi.
"Günümüzde Fukushima’nın sıcak etkisi ile ve özellikle gelişmiş ülkelerdeki kamuoyu ve çevreci grupların baskısı nedeniyle mevcut ve yatırımı düşünülen nükleer güç santrallerinin bir çoğu yeniden mercek altına alınmış olsa da, orta ve uzun vadede hiçbir ülkenin özellikle güvenlik altyapısı çok iyi bir şekilde tasarlanmış nükleer üretim alternatifinden tamamen vazgeçemeyeceği düşünülmektedir." diyen Çetinkaya; "Ayrıca Türkiye’nin mevcut ve gelecekteki büyüme potansiyeli ve enerji tüketiminde öngörülen ciddi artış oranları da düşünüldüğünde, Nükleer Güç Santrallerine olan ihtiyacın gelişmiş ülkelerden daha farklı dikkate alınması ve gerekli yatırımların yapılması önem arz etmektedir." açıklamaısnda bulundu.
-Türkiye ve hidroelektrik enerji potansiyeli
"Son dönemde TR’de HES projelerine bir yoğunlaşma olduğunu söylemek yanlış olmaz." diyen çetinkaya; "Ancak ne yazık ki bu projeler mülga Enerji İsleri Etüt İdaresi ve DSİ’nin 1980’lerde yapmış olduğu havza istikşaf raporları üzerine şekillenmiş ve gerek elektrik piyasasının güncel dinamiklerini gerek de çevresel gereksinim trendlerini göz önünde bulundurma konularında sıkıntılı olabilmektedir." bilgisini verdi.
Hidroelektrik santralleri su depolanabilerek, elektrik üretimini ihtiyacın arttığı saatlere kaydırabilme amaçlı kullanılma konusunda eşşiz bir araç olduğunu vurgulayan Çetinkaya; "Ayrıca yerel bir kaynak olarak çok yüksek değeri de malumunuzdur. Bu nedenle havza planlarının gözden geçirilerek kapasite optimizasyonu, kaskat yönetimi gibi konularda bölgesel merkezi planlamaya geçilmesi için çalışmalar yapılmalıdır." önerisinde bulundu.
-Türkiye LNG alanında Katar ile işbirliğine gidiyor...
"Yakın zamanda basında çıkan haberlerde Katar’ın Türkiye’de, Saroz körfezinde bir LNG terminali yatırımı yapma konusunda bir Türk şirketi ile görüşme yaptığı belirtildi. Bu işbirliğinin nasıl bir sonuç doğurabileceği Türkiye’deki yatırım ortamı ile çok ilişkili." vurgusunda bulunan Çetinkaya; "Türkiye’de doğal gaz tüketimi son 15 yıldır sürekli bir artış içinde. 2011 yılında Türkiye’de doğal gaz tüketimi %18’lik bir oranla rekor bir artış gerçekleştirmiştir. 2012’de toplam tüketimimiz yaklaşık 46.55 milyar metreküp civarında gerçekleşti. 2012 yılı doğal gaz tüketim hızı, hava koşullarının daha iyi seyretmesi ve ekonomik büyümedeki yavaşlamadan dolayı beklenen seviyelere çıkmamış da olsa Türkiye’nin doğal gaz tüketimindeki artış trendinin artan doğal gaz santrali yatırımları, doğal gaz dağıtım şebekesinin genişlemesi ve ekonomik büyüme ile birlikte devam edeceğini söyleyebiliriz." dedi.
"Tüketimi %99 oranlarında doğal gaz ithalatına dayanan Türkiye için artan talebin karşılanması, yeni ve artan ithalat kaynaklarını gerektiriyor." diyen Çetinkaya; "Bu ihtiyaç sadece Katar değil, diğer yatırımcılar tarafından da yakından takip ediliyor. Öncelikle TANAP boru hattı projesi artan talebin karşılanması için güçlü adaylardan birisi. Kuzey Irak gazının Türkiye’ye getirilmesi için girişimlerin devam ettiğini biliyoruz. Artan talebin karşılanmasında LNG terminali yatırımı da önemli alternatifler arasında yer alıyor ve halihazırda 3 projenin hayata geçirilmesi için girişimlerin sürdürüldüğü biliniyor." açıklamasında bulundu.
Katar’ın dünya üzerinde ciddi LNG sıvılaştırma kapasitesi olan ülkelerden biri olması sebebiyle geliştirmekte olduğu proje açısından bir adım daha ön plana çıktığını söyleye Çetinkaya, "Üretim, sıvılaştırma, gazlaştırma ve tedarik ayaklarında sağlayacağı entegrasyon ile Türkiye’ye uzun vadeli gaz sağlama vizyonu açısından önemli kaynak ülkelerden biri haline gelebilir. Türkiye açısından bakıldığında da Katar’dan uzun vadeli gaz tedariği, kaynak çeşitlendirmesi açısından olumlu bir gelişme olacaktır ve Türkiye’nin doğal gazda bir ticaret merkezi haline gelmesi vizyonuna katkı sağlayacaktır." dedi.
Yapılan açıklamalarda Saroz Körfezi kıyısına 5-6 milyar metreküp kapasiteli LNG tesisi yapılmasının Türkiye'nin artan enerji ihtiyacını karşılamanın ötesinde Bulgaristan ve Yunanistan'a da gaz tedariğinde katkı sağlayabileceğinin ifade edildiğini hatırlatan Çetinkaya; "Bu da Avrupa’nın arz kaynaklarını çeşitlendirmesi açısından, etkisi çok büyük olmasa da, katma değerli bir girişim olarak değerlendirilebilir." açıklamasında bulundu.
Çetinkaya, tüm bunların gerçekleşebilmesi için Türkiye’de şeffaf ve maliyet bazlı doğal gaz fiyatlandırmasının önemli bir adım olarak karşımıza çıktıtğını belirterek "Ayrıca yatırımın hayata geçebilmesi için tüketim tarafında uzun vadeli kontratlara imza atılması da önemli bir adım olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’de doğal gaz piyasasının serbestleşmesi adına atılan adımların kararlılıkla sürdürülmesi durumunda, Türkiye’de artan doğal gaz talebinin karşılanmasında bu yatırımın önemli bir yeri olacağını söyleyebiliriz." dedi.
-Türkiye ve bor rezervi
Çetinkaya; halk arasında borun bir enerji kaynağı olarak kullanılabileceği ve bir gün doğalgaz ve petrolün yerini alacağı beklentisi olsa da günümüzde borun LCD televizyon üretiminden otomotiv sektörü yedek parçaları üretimine, tarımdan sağlığa kadar sanayide yüzlerce farklı kullanım alanı bulunduğunu hatırlatarak "Türkiye’nin toplam rezerv itibariyle ekonomik değeri olan bor bileşiklerinin %70’inden fazlasına sahiptir (%71.3), üretimdeki payımız ise %42 civarındadır ve bu iki alanda da dünya birincisi konumundayız. Bu noktada asıl dikkat çekici olan ülkemizin bu maden ürünlerini daha çok işlenmeden ya da çok az işleyerek katma değeri düşük hammadde olarak ihraç etmesi. Aslına bakarsanız çoğu yeraltı kaynağımızda aynı durum söz konusu. Bu noktada ülkemizin öncelikli olarak üstüne düşen görev işlenmiş ve katma değeri yüksek mamul ya da yarı mamul ihracatları ile kendini göstermesidir. Türkiye’nin üstüne düşen birinci görev sanayide borun kullanım alanlarına ilişkin AR-GE’ye önem vermesi mamul yarı mamul üretimi ve ihracatının arttırılmasına yönelik teşvik ve önlemler alınmasıdır." önerisinde bulundu.
Enerji sektöründe bor kullanımını biraz açacak olursak, bor bileşikleri kimyasal özellikleri itibariyle hidrojen taşıyıcısı olduğunu belirten Çetinkaya; "Gelecekte hidrojene yakıt olarak kullanılması ekonomik hale geldiğinde önemli ve çevre dostu bir ürün olabilecektir ama mevcut durumda bu yaklaşım teorik ve yüksek maliyetli kalmaktadır. Bu teknolojinin gelişmesi için biraz daha zamana ve araştırmaya gereksinim bulunmaktadır. Ancak, borun enerji sektöründe doğrudan yakıt olarak olmasa da birçok kullanım alanı olduğu da unutulmamalıdır. Örneğin, nükleer santrallerde bor bileşikleri ve alaşımlarının farklı amaçlarla kullanılmakta, solar enerji panel ve pillerinde bor bileşiklerinden faydalanılmaktadır. Ayrıca çimento, seramik, cam sanayi gibi yüksek enerji tüketimi olan alanlarda enerji tüketiminin ve karbon salınımının azaltılması amacıyla kullanım uygulamaları bulunmaktadır." bilgisini verdi.
-ABD'nin İran'a uyguladığı ambargo ve ellerini ovuşturan Rusya...
İran'ın doğalgaz ihracatınının sadece boru hatları ile Türkiye, Azerbaycan ve Ermenistan’a yapabildiğini söyleyen Çetinkaya; "İran’da LNG sıvılaştırma kapasitesi yok. Toplam ihracatının %90’ı da Türkiye’ye yapılmakta ve bilindiği gibi Türkiye’nin ABD’nin ambargo kararı üzerinden süreli muafiyet hakkı bulunuyor. Ermenistan’a satılan gazın karşılığını Ermenistan elektrik ile ödüyor. Azerbaycan’a giden gaz ise izole durumdaki Nahçivan’a gidiyor ve Azerbaycan aynı gazı İran’a başka bir hattan iade ediyor. İran aslında ihracından fazla gazı Türkmenistan’dan ithal ediyor ve petrol üretiminde kullanıyor. Dolayısı ile aslında doğalgaz tarafında ambargonun çok büyük etkileri yok. En büyük olası etki Nahçivan için olacaktır. Ermenistan’ın da İran gazını Gürcistan üzerinden gelen Rus gazı ile değiştirmesi mümkün, ama bu miktar İran’ın toplam gaz ihracının sadece %6’si ve yaklaşık olarak 1.4 mcmd." bilgisini verdi.
"Ancak petrol için aynı durumun geçerli olduğunu söylemek mümkün değil." diyen Çetinkaya; "İran, OPEC’in en büyük ikinci, dünyanın en büyük üçüncü petrol üreticisi konumunda. Yalnız burada bölgesel ticaretten ziyade global ticarete bakmakta fayda var, zira İran petrolünün çok büyük bir kısmı Hindistan ve Uzakdoğu’ya gidiyor. İran’ın 2011 petrol ihracatının sadece %18’i Avrupa Birliği’ne, %7’si Türkiye’ye geliyor. Dolayısı ile ambargonun Atlantik’teki petrol fiyatlarını yükseltici etki yaparken, Pasifik’teki fiyatları düşürdüğünü söyleyebiliriz." açıklamasında bulundu.
Ayrıca dünyadaki rafinaj kabiliyetlerini de göz önünde bulundurmak gerektiğini belirten Çetinkaya; "İran petrolü sülfür içeriği yoğun ve viskozitesi yüksek bir petrol. Rus petrolü ise daha hafif ve daha az sülfürlü. Dolayısı ile azalan İran petrolünün Rusya yerine benzer özellikteki petrolün çıktığı Körfez ülkelerinden devreye girecek ilave üretim ile karşılanıyor olma olasılığı daha yüksek. Son olarak petrol piyasası çok karmaşık bir yapıya sahip olduğu için bölgesel ambargolar ile çok anlamlı bir yere ulaşılabileceği kanaatinde değiliz. Global bir ambargo ise Rusya, Hindistan ve Çin’in muhalefeti nedeni ile pek mümkün görünmüyor." yönünde görüş bildirdi.
-Türkiye ve değerlendirilemeyen jeotermal kaynaklar...
Jeotermal enerjinin gelişiminde hem kamu tarafına hem de yatırımcı tarafına görev düştüğünü belirten Sibel Çetinkaya; "Yatırımcı tarafında, sondajlarda test, ölçüm, rezervuar değerlendirme gibi konulara önem verilmesi kritiktir. Jeotermal yatırımlar pahalı yatırımlardır ve sağlıklı bir hazırlık ve fizibiliteye dayandırılmaları esastır. Yeterince kaynak ayırmak suretiyle kaliteli bir sondaj ekipmanı ve teknik ekip ile sondajların gerçekleştirilmesi ve fizibilitelerin sağlıklı verilere dayandırılması gerekmektedir. Kamu tarafı için baktığımızda, arama ruhsatlarının verilmesine ilişkin sürece dair sıkıntılar, jeotermal sahaların belirlendiğini ve saha bazında ruhsatlama yapıldığı bir yapının tam olarak uygulanamadığı ve sonuç olarak bütünlük arzetmesi gereken jeotermal sahaların bölünmesinin yarattığı sıkıntılar daha hızlı bir gelişimin önünde engel olarak görülmektedir. Özetle, jeotermal enerjiye dayalı olarak üretilen elektrik için devreye girişinden itibaren on yıl süreyle uygulanacak 10,3 USDcent/kWh düzeyindeki sabit fiyat garantisinin jeotermal enerjinin gelişiminde önemli bir rol oynayacağını ancak kamu tarafında ilgili düzenlemeler ile süreçlerin de daha elverişli getirilmesi önemli görülmektedir." bilgisini verdi.
-Küresel enerji oyuncuları...
Deloitte Türkiye Enerji, Doğal Kaynaklar ve İnşaat Endüstri Lideri Sibel Çetinkaya gelecek 10 yıl içinde dünyaya şekil verecek olan enerji oyuncuları ile ilgili değerlendirmesini ise şöyle dile getirdi.
"ABD, kaya gazi üretimi ile hem petrolde kendi dışa bağımlığını sona erdirme hem de ihraç kararı verdiği takdirde dünyanın geri kalanındaki doğalgaz fiyat dinamiklerini derinden etkileme konularında önemli bir aktör olacaktır. Avrupa’ya baktığımızda Fransa ve Polonya’nın kaya gazı konularında izleyeceği politika ciddi önem arz edecektir. Fransa su anda çevresel sebepler ile kaya gazı üretimini yasaklamış, Polonya ise mercek altına almış durumdadır. Çin’in kaya gazı konusunda oldukça agresif hedefler telaffuz etmekte olduğu ve bu konuya çok büyük önem verdiği de belirtilmelidir. Petrol arzı olarak Irak’ın artan üretim seviyesi ile S.Arabistan’dan sonra en büyük ikinci petrol ihracatçısı olması beklenmektedir. Ayrıca iç savaş nedeni ile düşen Libya petrol üretiminin toparlanma hızı ve bu ülkenin politik stabilitesi de önemli faktörlerden olacaktır. Son olarak, Fukushima sonrası doğalgaza yönelen ve dünyanın en büyük doğalgaz ithalatçısı konumundaki Japonya’nın nükleer politikalarının evrimi bu pazarı etkileyebilecek önemli unsurlardandır."