TÜSİAD/Turan: Açıklanan kurumlar vergisi adaletsiz
Türk Sanayici ve İş İnsanları Derneği Başkanı Orhan Turan, deprem nedeniyle açıklanan yeni vergilerle ilgili, "Kamu finansman ihtiyacının kamu gelirlerine zaten en yüksek katkıyı yapan kurumsal şirketlerden geçmiş dönem işlemleri baz alınarak karşılanmak istenmesinin öngörülebilirlik ilkesi açısından sıkıntılı ve vergi tabanı açısından adaletsiz olduğunu düşünüyoruz" dedi. Turan, "Deprem nedeniyle ortaya çıkan ek harcama ihtiyacı, eğer vergi geliri artışı ile karşılanacaksa örneğin geçici kurumlar vergisi oranı artışı gibi adaletli bir yöntemle karşılanmasının daha uygun olacağını düşünüyoruz" önerisinde bulundu.
OLCAY BÜYÜKTAŞ
Türkiye’nin depreme ekonomik açıdan pek de güçlü olmadığı bir ortamda yakalandığını dile getiren Türkiye Sanayici ve İş İnsanları Derneği Başkanı Orhan Turan, bir yandan vergi ödeme alışkanlığını erozyona uğratıp rekabet koşullarını bozan vergi affı getirilirken diğer yandan da eski deprem vergisi gibi genel bütçeye dahil edilen bir ek vergi tahsis edilmesini eleştirdi.
Turan, sayıları 1 milyonun üzerinde olan kurumlar vergisi mükelleflerinden geçici vergi alınması yerine 22 bin civarındaki kurumlar vergisi teşviki almış mükelleften kesinti yapılmasının adaletsiz olduğu görüşünde.
TÜSİAD Başkanı Orhan Turan, seçim tarihi yaklaşan ülkede depremlerin etkisinden yapılması gerekenlere, seçimin ekonomiye etkisinden İstanbul’un deprem hazırlığına Bloomberght.com’un sorularını yanıtladı.
- Depremin yaralarını sarmak için atılacak adımlar ekonomiyi nasıl etkileyecek? Bu çerçevede TBMM gündeminde olan kurumlar vergisi mükelleflerine yönelik düzenlemeyi nasıl yorumluyorsunuz?
Makroekonomik koşulların, bekleyen riskler karşısında önlemlerin rahatça alınmasına imkan sağlayacak bir ihtiyat payına sahip olması çok önemlidir. Özellikle dünyanın içinden geçmekte olduğu bu belirsizlikler ve krizler çağında hemen her zaman her türlü riske hazırlıklı olmamız gerekiyor.
Türkiye depreme ekonomik açıdan pek de güçlü olmadığı bir ortamda yakalandı. Düşmekte olsa da yüksek bir enflasyon, dalgalı ve iç talebe dayalı bir büyüme süreci, üretim ve tüketim arasındaki makasın açılmış olması, merkez bankası rezervlerinin güçlendirilmesi ihtiyacı, yüksek bir cari açık… Beklendiği gibi depremin bu tabloyu biraz daha bozması ihtimal dahilinde.
Depremin yaralarını sarmak için seferber edilmesi gereken fonların toplamı 100 milyar dolara ulaşabilir. Bu çok ciddi bir rakam. Bütçe dengesinde sene başından beri görülen bozulma ister istemez daha da şiddetlenecek. Bu çapta bir afetin yarattığı olağan dışı yıkım doğal olarak olağan dışı finansman ihtiyacı doğurur. Ancak bu finansmanı sağlamak için bütçe gelirlerinde hangi kalemlerde bir artış yapılacağına ve/veya hangi harcamaların kısılacağına, kurumlar ve kurallar gözetilerek, etki analizi hesaplanarak dikkatlice karar verilmelidir. Aksi halde ekonominin uzun dönem üretim ve yatırım dinamikleri üzerinde istenmeyen etkiler ortaya çıkabilir. Bu açıdan bakıldığında, deprem nedeniyle kamunun vergi ihtiyacı ortada iken bir yandan vergi ödeme alışkanlığını erozyona uğratıp rekabet koşullarını bozan vergi affı getiriyor diğer yandan da eski deprem vergisi gibi genel bütçeye dahil edilen bir ek vergi tahsis ediyoruz. Kamu finansman ihtiyacının, kamu gelirlerine zaten en yüksek katkıyı yapan kurumsal şirketlerden geçmiş dönem işlemleri baz alınarak karşılanmak istenmesinin öngörülebilirlik ilkesi açısından sıkıntılı ve vergi tabanı açısından adaletsiz olduğunu düşünüyoruz.
Ülkemiz milli hasılasına en yüksek katkıyı veren, Ar-Ge yapan, yatırım ve istihdam sağlayan kurumsal şirketler, yerel ve global koşullar nedeniyle zaten finansal kaynaklara erişim sıkıntısı çekerken, EYT düzenlemesinin getirdiği yükü karşılamaya çalışırken, bu kez de 2022 yılı kazançlarındaki istisna ve indirimlerinin üzerinden ek vergi yükü ile karşı karşıya bırakılmakta.
Deprem nedeniyle ortaya çıkan ek harcama ihtiyacı, eğer vergi geliri artışı ile karşılanacaksa örneğin geçici kurumlar vergisi oranı artışı gibi adaletli bir yöntemle karşılanmasının daha uygun olacağını düşünüyoruz. Kaldı ki ek vergi ile vatandaşlardan ve şirketlerden zorunlu olarak tasarruf yapmalarının istenmesi yerine verimli bir devlet anlayışı doğrultusunda kamunun da tasarruf yapması, devlet harcamalarının gözden geçirilerek lüzumsuz ve verimsiz harcamaların kaldırılması, acil öncelik taşımayan projelerin ötelenmesi de değerlendirmeye alınmalıdır.
TÜSİAD olarak Kahramanmaraş merkezli depremlerden sonra ne yaptınız?
Öncelikle bir kez daha, hayatını kaybedenlere rahmet, yaralılarımıza acil şifa dilerim. İlk günden beri tüm üyelerimizle depremin yaralarını sarmak için seferber olduk. Hemen Deprem Destek Ağı oluşturduk. Gerek üyelerimizin şirketlerinin ağlarıyla gerekse bölgedeki iş dünyası paydaşlarımız ve TÜRKONFED ile de işbirliği içinde bölgenin öncelikli ihtiyaçlarını karşılamaya koyulduk. Bölgede temel ihtiyaçlar konusunda hala yapılması gerekenler var ve bu ihtiyaç uzun bir süre daha devam edecek. Üyelerimiz de ayni ve nakdi yardımlarına devam ediyorlar, edecekler. Yurt dışındaki iş dünyası paydaşlarımızla da afet konusunda uzun vadeli somut işbirlikleri için temastayız.
Önümüzdeki süreçteki önceliğimiz bölgenin sosyal ve ekonomik açıdan toparlanmasına ve istihdamın korunmasına katkı sağlamak. Afet bölgesindeki işletmelere insan kaynağı ve donanım bakım desteği verilmesi, ürün-hizmet alımlarında bu işletmelere öncelik sağlanması, eğitim ve psikososyal destekler gibi projelerde üyelerimizle çalışıyoruz. Toplumsal dayanışma ile bölgenin yaşadığı zorluğun üstesinden hep birlikte geleceğiz.
Kahramanmaraş merkezli depremlerden ne gibi dersler çıkarmalıyız?
Onbinlerce insanımızı kaybettiğimiz ağır bir afet yaşadık. Halen derin üzüntüsü içindeyiz. Ülkemiz pek çok afetin yaşandığı bir coğrafyada. Deprem sonrasında ve aslında halen geçerli olan en önemli konu koordinasyonun sağlanması. Afet öncesi, sırası ve sonrasında merkezi ve yerel yönetimler, özel sektör ve STK’lar olarak tüm paydaşların koordinasyon içinde etkin çalışmasını sağlamak zorundayız. Bilimin ışığında gerekli hazırlıkları hızla tamamlarsak, afetler başımıza geldiğinde olumsuz etkilenme seviyemiz de azalacaktır. Yapıların inşasından başlayarak tüm süreçlerde kuralların ve denetim mekanizmalarının en iyi şekilde işletilmesinin ne kadar hayati önemde olduğu da ortaya çıktı. Yaşadığımız bu afetin bize öğrettiği bir ders de eğitimin bu konuda da en temel mesele olduğu. Bundan sonraki afetlerin boyutlarını azaltmak için eğitim sistemimizi okul öncesinden başlayarak analitik düşünceyi ve afet bilincini güçlendirmek üzere iyileştirmeliyiz.
"Deprem yaralarının sarılması finansmanı yapılan hesapların üzerinde olacak"
Depremde yıkılan binaların yeniden inşasının yaratacağı maliyeti konusunda bir çalışma söz konusu mu? Sizce nasıl bir büyüklükle karşı karşıyayız...
Depremde tahrip olan bina ve altyapının çeşitli tahminlere göre değeri 40-50 milyar dolar civarında yoğunlaşıyor. Tabii ortaya çıkan zarar ile binaların, altyapının ve makine parkının yenilenmesi için bugün harcanması gereken tutar birbirinden farklı olacak. Yıkılan binaları yeni deprem yönetmeliğine göre inşa etmek çok önemli. Bu da elbette daha yüksek bir maliyet anlamına gelecek. Yani depremin yaralarının sarılabilmesi için ayrılması gereken finansman miktarı hesaplanan maliyetinin üzerinde olacaktır.
"Yalnız kalıcı konutlar değil eğitim ve çalışma yaşamı da normale dönmeli"
Yeniden inşa konusunda öncelik hangi alanlar olmalı ve sizce bu ne zaman tamamlanır?
Depremin yaralarını sarmak konusunda bir önceliklendirme yapmak kolay değil. Barınma ihtiyacı konusunda çadırlar dışında bir çözümü hızla devreye sokmak gerekiyor. Aynı anda kentsel altyapının tamiri ve yeniden inşası, ekonomik faaliyetin devamlılığının sağlanması, KOBİ’lerin, sanayinin, yan sanayinin ve esnafın yeniden üretim zinciri içinde yerlerini alması, iş olanaklarının ve çalışanların korunması gerekiyor. Bölgeden çok ciddi bir göç var. Bölgenin ekonomik hayatiyetinin devam edebilmesi için bu göçün durması ve ilk etapta bölge dışına çıkanların geri dönmeye başlaması gerekiyor. Bu da bölgede yaşam, eğitim ve çalışma ortam ve koşullarının normalleşmesine bağlı olacak. Yani mesele oldukça karmaşık ve bu nedenle karşılıklı etkileri dikkate alarak ilerlemek gerekiyor. Örneğin elimizdeki kaynakları sadece kalıcı konutların bir an önce tamamlanmasına ayırırsak, öte yandan sosyal ve ekonomik faaliyetin devam etmesini, istihdamı ve geçim kaynaklarının sağlanmasını göz ardı edersek bu mekanizma aksar.
Canlı yaşamı, ekosistemlerin bütünlüğü ve iklim değişikliği ile mücadele açısından orman ekosisteminin kritik önem taşıdığını da hatırda tutmalıyız. Tüm planlamalarımız ekosistemlerin bütünlüğü ve ormanlarımızın korunması gözetilerek yapılmalı. Afetlerde atık ve enkaz da hem yüksek hacimde hem de çevre ve sağlık riskleri yaratacak nitelikte oluyor. Afetler sonrası oluşan atıkların özel bir atık yönetimi yaklaşımıyla bertaraf edilmesi ve bu yönde kısa sürede güçlü bir mevzuat düzenlemesinin hazırlanması önemli. Bütün bu unsurları bir arada düşünmek, planlamak ve çözmek zorundayız.
Depremin en mağdur kesimleri kimler?/Neden?
Mağduriyetler arasında bir sıralama yapılamaz hiç şüphesiz. Depremin hem maddi hem de manevi açıdan yıkıcı etkisi çok büyük. Etkiler sadece fiziksel de değil. Tüm depremzedeler için psikolojik destek kritik önemde. Yaşadığımız afetin olumsuz etkilerini azaltabilmek için kimseyi geride bırakmama ilkesine sıkı sıkıya sarılmaya, kırılgan grupların özel taleplerine kulak vermeye, eşitsizliklerle etkin şekilde mücadele etmeye önem vermeliyiz.
Afetler, savaşlar, krizler kadınları erkeklere göre daha olumsuz etkiliyor. Bu nedenle depremin yaralarını sararken toplumsal cinsiyete duyarlı kriz yönetimi stratejilerine öncelik vermeliyiz. Afet bölgesinde şiddete sıfır tolerans ilkesiyle güvenliğin yanı sıra barınma, sağlık, eğitim, istihdam gibi tüm alanlarda kadınların görüşleri ve ihtiyaçlarını kapsamlı şekilde ele almalıyız.
Hayatlarının erken döneminde böylesine bir travmayla karşı karşıya kalmış olan çocuklarımızın ve gençlerimizin eğitimi ve rehabilitasyonu da en büyük önceliklerimiz arasında yer almalı. Bu noktada, ülke çapında üniversitelerde uzaktan eğitime geçilmesi kararının da en kısa sürede gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü üniversiteler ve kampüsler sadece öğrenme alanı değil. Gençlerin sosyal ve duygusal etkileşim açısından bir arada olması ve fırsat eşitsizliğinin giderilmesi önemli.
Bir de İstanbul’da beklenen deprem söz konusu. Ülke ekonomisi ve sanayisinin önemli bir kısmını barındıran kent için nasıl bir çalışma yapılmalı?
Depremin meydana getirebileceği hasarlar, alınacak önlemler ve yapılacak hazırlıklar ile azaltılabilir ve hatta engellenebilir. Biz sürece böyle bakıyoruz. Afetlerle ilgili farkındalığın geliştirilmesinde meslek örgütlerinin, sektör derneklerinin, genel olarak iş dünyasının üstlendiği ve üstleneceği rol de çok önemli. TÜSİAD olarak, deprem konusunu üyelerimizin gündeminde sürekli tutabilmeyi, özel sektörün depreme hazırlığı konusunda farkındalık oluşturmayı, iyi örnekler yaratmayı ve paylaşmayı önemsiyoruz. Bu amaçla Deprem Görev Gücü’nü kurmuş ve iş dünyasının depreme hazırlığı konusunda iki rapor yayınlamıştık. Halihazırda işletmelerin deprem öncesi-sırası-sonrası aksiyonları için yol gösterici bir kılavuz üzerinde çalışıyoruz.
Belirsizliğe Hazırlanmak: Sektörler İstanbul Depremine Ne Kadar Hazır? başlıklı raporumuzda afet hazırlık kapasite ve dayanıklılığının arttırılması sürecinde sektörler arasındaki iş birliğinin ve iletişimin kritik bir öneme sahip olduğunu vurgulamıştık. Enerji, bilgi ve iletişim, ulaştırma ve lojistik, tarım ve gıda sektörleri afet süreçlerinde birbirlerini etkiliyor. Müteselsil olarak işleyen bu süreçte çok paydaşlı iş birliği yapısı ve iletişim ağı hayati öneme sahip. Geçen seneki raporumuzda vurgulamış olduğumuz bu noktaların ne kadar doğru ve önemli olduğunu Kahramanmaraş merkezli depremlerde gördük, yaşadık.
Son olarak, İstanbul Büyükşehir Belediyesi geçtiğimiz hafta bir durum tespiti ve yol haritası açıkladı. Afete dayanıklı olmadığı tespit edilen ciddi bir yapı stoku var. Yapıların dirençli olarak dönüştürülmesi, burada dönüşümün ekolojiye zarar vermeden yapılması ve uygun finansman modellerinin oluşturulması çok önemli. Tüm bu süreçleri sağlıklı yürütebilmek için, İstanbul gibi bir metropolde afetle mücadelede merkezi yönetim, belediyeler, sivil toplum kuruluşları arasındaki koordinasyon ise en kritik konu.
Türkiye nüfusunun neredeyse beşte birini barındıran ve ülkemizin ticaret, iş, yatırım, finans ve turizm başkenti olan İstanbul’u etkileyecek büyük bir depremin yıkıcı etkisi de çok büyük olacaktır. Eğer bugünden alacağımız önlemlerle İstanbul’u depreme hazırlıklı hale getiremezsek yaşanacak büyük bir deprem ülkemizin bağımsızlığı açısından dahi vahim sonuçlar yaratabilir. İstanbul’un depreme hazırlanmasına bir beka meselesi olarak yaklaşmamız gerektiğini düşünüyorum.
"Geçmişten ders alınmadığı görüldü, afet yönetim süreci iyileştirilmeli"
Türkiye depreme ne ölçüde hazırlıklıydı? Bu konuda neler yapılmalı?
Aslında, başta 1999 yılındaki Gölcük depremi olmak üzere, 2011 yılındaki Van, 2020 yılındaki Elazığ ve Ege Denizi depremleri, yeterli önlemlerin alınmamasının travmatik tecrübelere sebebiyet verebileceğini açıkça göstermişti. Bu tecrübelere rağmen, Kahramanmaraş merkezli depremler, maalesef geçmişten yeterli ölçüde ders almamış olduğumuzu gözler önüne serdi. Afet öncesinde afet riskini azaltma ve afet sırasında ve sonrasında müdahale ve normalleşme konusunda daha hazırlıklı olmamız gerektiğini anladık. Afet yönetim sürecimizi mutlaka iyileştirmeliyiz. Depreme ve aslında diğer afetlere de dirençli kentler inşa etmek için her şeyden önce bilimi, bilimsel düşünceyi ve liyakati esas almalı, kurumlarımızı yetkinleştirmeli, kurallarımızı etkinleştirmeli, afet yönetiminde planlı ve katılımcı bir süreci hayata geçirmeliyiz.
"Seçimin sonucu ne olursa olsun, seçim sonrası ekonomik koşullar ve politikalar farklılaşabilir"
Ülkede 14 Mayıs’ta genel seçim yapılması öngörülüyor. Seçim, sizce bir belirsizlik yaratır mı?
Mevcut durumda piyasa işleyişinin ve piyasa sinyallerinin zayıflamış olması zaten belirsizliği artırıyordu. Fiyatların ekonominin gerçeğini yansıtmaz hale gelmesi özel sektörün risk ve getiri hesaplamaları yapabilmesini çok zorlaştırıyordu. Bu da yatırım kararlarının ertelenmesine, yeni istihdam yaratma kapasitesinin azalmasına ve büyümenin zayıflamasına yol açıyordu. Seçim ve deprem bu genel manzara açısından ister istemez bir etki yaratıyor.
Her seçim ekonomi açısından bir belirsizlik unsuru taşır. Aslında seçimler bir süredir Türkiye’nin gündeminde. Bu çerçevede en azından seçim tarihinin netleşmiş olması belirsizliklerden birisini ortadan kaldırmış oldu.
Genellikle seçimler öncesinde genişlemeci bir ekonomi politikası izlenir, seçim sonrasında ise makroekonomik istikrarı önceleyen politikalara dönülür. Ancak deprem bu beklenen süreci de etkileyecek. Depremin yarattığı ekonomik maliyet ve yaraların sarılması için ilave fonların devreye sokulması gerekecek. Yapılması gereken harcamaların boyutu ve niteliği de makroekonomik dinamikler üzerinde ilave bir etki yapacak. Seçimlerin sonucu ne olursa olsun seçim sonrası ile öncesi arasındaki ekonomik koşullar ve politikalar farklılaşabilir.