Gelişmiş ülke merkez bankalarının son dönemde ana gündem maddelerinden birisi kuşkusuz negatif faiz. Henüz sonuçlarını bilemediğimiz, şimdiye kadar da pek bir faydasını göremediğimiz para politikası araçlarından biri. Bankalar, negatif faiz vererek tasarruf sahiplerini, paralarını park etmekle cezalandırır. Yani bir anlamda “negatif faiz” bildiğimiz, geleneksel faiz anlayışının tersine işleyişi.
Şimdi gelelim negatif faizin sebebine. 2008 küresel krizi sonrası ekonomiler bir türlü toparlanmayınca ortaya atılan bir fikirdi. Amaç; krediyi teşvik etmek, böylece tüketimi ve yatırımları artırmaktı. Bunlar artınca, fiyat artışları, yani enflasyon gelecekti. Beraberinde ise çarklar döndüğü için ekonomik büyüme gelecek diye düşünülüyordu. Ama ne var ki, evdeki hesap çarşıya uymadı. Fikir güzeldi, 'Şimdiye kadar yaptığımızın tam tersini yaparsak ekonomi canlanır' varsayımı ile atılan adımlar, finansal piyasaları şaşırttı. Piyasalara kalan enkaz ise yaklaşık 12 trilyon dolarlık negatif faizli tahvil stoğu oldu.
NEGATİF FAİZ HAYATIMIZA NEREDE GİRDİ?
Negatif faiz deneyini ilk gerçekleştiren; 2008 krizinin ardından ekonomisi son hızla dibe vuran Avrupa ülkeleri oldu. Avrupa Merkez Bankası'nının 2014 yılında faizleri sıfırın altına indirme kararı, dünyayı tersine çevirdi. Onları takip eden ise Japonya Merkez Bankası oldu. Aradan geçen dönemde negatif faiz, hayata entegre oldu. İktisatçılar ise negatif faiz uygulamalarının sonunun nereye varacağını hala öngöremiyor. Çünkü negatif faiz politikası derinleşerek devam ediyor. Yine negatif faizin son örneğini Avrupa Merkez Bankası adımlarında gördük. Şöyle ki, geçen yıl, resesyonla yüzleşmeyi bekleyen Avrupa ekonomisine; Avrupa Merkez Bankası faiz indirerek çare bulmaya çalıştı. Eylül 2019’da faizleri daha da indirdi ve bankaları ellerinde nakit tuttuklarında cezalandırdı. Ancak tabi ki onlar da kendi hedeflerini tutturmak uğruna, sisteme verdikleri zararın farkındaydılar.
Şimdi gelelim negatif faize yönelik eleştirilere. İktisatçılar tarafından öncelikle , piyasayı olmayan bir paraya boğup, “balon” riski oluşturduğu için eleştiriliyor. Ancak işin kişileri aşan bir boyutu daha var. Şöyle ki, negatif faiz veren ülkenin para biriminin teoride değersizleşmesi gerekir. Tabi bu değersizleşme de beraberine, uluslararası ticarette ülkeler arası rekabet adaletini riske atıyor. Çünkü daha değersiz para birimine sahip olan ülke; daha fazla ihracat yapıp, diğerlerinin pazarını ele geçirebiliyor.
DEĞERLİ DOLAR ABD'NİN KORKULU RÜYASI
Kulağa garip gelse de bir ülkenin para biriminin aşırı değerli olması, aşırı ucuz olması kadar dengesizliğe yol açıyor. ABD Doları, rezerv para olmasının yanı sıra güvenli liman olarak görülüyor ve yatırımcılar korktuklarında dolara yöneliyor. İşte ABD Başkanı Donald Trump’ın istemediği şey de tam olarak bu. Olası sonuçlarına kısaca değinmek gerekirse; değerli para birimi; bir ülkenin ihracatta rekabet avantajını kaybetmesine, ithalatının ise artmasına yol açar. Yurtiçinde üretmek pahalı hale geleceği için üretim düşer, firmalar üretmek yerine ithalata yönelir. Hal böyle olunca da, ülkenin üretimi azalır, işsizlik yükselir. Tüm bunların sonucunda cari açık oluşur şeklinde zincire devam edebiliriz...
Konumuza dönecek olursak; diğer gelişmiş ülkeler gibi Başkan Trump da bunların olmasını istemiyor ve doları değersizleştirmek için mütemadiyen FED’e “negatif faiz” çağrısında bulunuyor. Ancak içinde bulunduğumuz salgın süreci ve ekonomilere etkisi kosununda henüz resim tam anlamıyla ortaya çıkmış değil. Dolaysıyla tıpkı “negatif faiz” gibi deneysel bir süreç bizleri bekliyor. Ülkeler, ezberbozan teşviklerle salgının ekonomik etkilerini silmeye çalışıyor. Tüm bunlar olup biterken de Başkan Trump’ın, şimdilik, yukarıda saydığımız sonuçları çok düşündüğünü sanmıyorum. O'nun için öncelik günü kurtarmak. Şimdiye kadar devam eden 'deneye' baktığımızda ise günü kurtarmanın yolunun, çok da negatif faiz politikalarından geçmediği aşikar.