Türkiye’de 80’lerin sonlarında, 90’ların başlarında maaşların alınır alınmaz dövize dönüldüğü, ülkede kiradan alacağa, akrabadan borca kadar birçok fiyatlamanın döviz cinsinden yapıldığı dönemler yaşandı. Son yıllarda ardı ardına yaşanan yüksek oranlı değer kayıpları ve yüzde 10’ların üzerinde kalıcılık arz eden enflasyon, bu ölçüde olmasa da önemli bir dövize dönüş eğilimi yarattı.

Türkiye dünyada hiperenflasyona gitmeden yüksek enflasyonu en uzun sürdürebilmiş ülkelerden biri. Ancak elbette uzun yıllar bu durumun yarattığı önemli yan etkiler hissedildi. Bunların başında paranın yüksek enflasyona ya da ani hareketlenmelere karşı koruma refleksinin gelişmesi geliyor. Buna engel olmak isteyen hanehalkı çoğu zaman çareyi kendi parası yerine dövize yatırmakta görüyor.

Bu deneyimler dikkate alındığında 'dolarizasyon' hem kavram hem de tasarruf bazında tercihlerin yansıtılması açısından önemli bir makro gösterge olarak görülmeye başlandı.

Burada bazı doğru bilinen yanlışların üzerinden geçerek, dolarizasyonun tanımı tartışmalarının doğru yerden yapılmasına katkı sağlamayı amaçlıyoruz.

Döviz mevduatlarında her artış dolarizasyon anlamına gelmez

Döviz mevduatlarında her artış dolarizasyon anlamına gelmez; aynı şekilde döviz mevduatlarında gördüğümüz her azalış da ters dolarizasyon anlamına gelmez.

Dolarizasyon; yani tam Türkçesi ile “para ikamesi” bir ülke ekonomisinde yerleşik paydaşların; çeşitli sebeplerle o ülkenin ulusal parası yerine; yabancı para tutması ve kullanması olarak tanımlanabilir.

Peki paydaşlar neden “dolarize” olurlar? Genellikle bu sorunun cevapları geleceğe dair belirsizlikler başlığı altında toplanabilir.

“Dolarizasyon” genelde iki başlık altında toplanır.

Bir ülke; tamamen kendi ulusal parasını tedavülden kaldırma yoluna gidebilir. Bunu dolarizasyonun en uç noktası olarak tanımlayabiliriz. Örneğin bir ülkenin ulusal parasının ani değer kayıplarına uğramış olması; alım gücünü belirgin biçimde azaltacağı için dolarizasyona sebep olmuş olabilir. İşte bu tam dolarizasyondur.

Diğer ölçü ise “Kısmi dolarizasyon”. Aslında Türkiye’de özellikle 2013 yılından bu yana Türk lirasının dolar karşısında düzenli olarak her yıl yıllık bazda değer kaybedişi, bizim “kısmi” dolarizasyonumuza yol açan asıl sebep olarak gösterilebilir.

Ufak bir notla; dolarizasyonun sadece dolar ile olmayacağının da altını çizeyim. Dolarizasyon kelimesi ile kasıt herhangi bir konvertibl yabancı para ya da kıymetli maden olabilir.

Peki “dolarize” olup olmadığımızı nasıl anlarız?

Bireysel olarak sahip olduğunuz bütün döviz hesapları ve içinde bulunan döviz miktarları, Merkez Bankası'nın da sisteminde yer aldığı için ekonomik olarak belli noktalarda bilgi verir.

Ülkenin ekonomik durumu değerlendirilmek istendiğinde döviz tevdiat hesapları iyi bir gösterge olarak kabul edilir. Örneğin bu hesaplarda artış yaşanması; bir belirsizlik öngörüsü olarak kabul edilir.

Toplam tasarruflarınız içinde dövizin payı arttıkça kabaca dolarize olmuş sayılırız. Ya da tam tersini düşünelim. Yurt içi yerleşiklerin döviz mevduatlarında düşüş olunca; bu “ters dolarizasyon” olduğu anlamına mı gelir?

Varsayalım ki; şirketinizin dış borç ödemesi var. Ödemeyi gerçekleştirdiğiniz takdirde, bankacılık sisteminde yabancı para mevuatınızda düşüş olacak. Bu durumda dolarizasyon azaldı diyebilir miyiz? Hayır diyemeyiz. Çünkü bu işlemler doğrudan doğruya spot piyasada Türk Lirası karşılığı döviz sattığınız anlamına gelmeyebilir.

Örnek olarak 2018’deki dolar mevduatlarının azalması ya da Naci Ağbal döneminde artması gösterilebilir. Her iki dönemde para birimleri arasında geçişten ziyade bankacılık sistemine para girişi-çıkışı toplam döviz mevduatı değişiminde belirleyici olmuştu.

Bir de tabii parite etkisini de gözden kaçırmamak gerekir. Paritede değişim, altın fiyatlarında hareket olması da toplam dolar cinsi döviz mevduatlarını aşağı ya da yukarı yönde etkileyebilir.

Turizm ve ihracat kaynaklı girişler de döviz mevduatlarını artırabilir

Bir başka örnek...Turizm sezonundayız. Ülkemize yurtdışında yaşayan Türk vatandaşları giriş yapıyor ve ülkemizde harcama yapıyor. Yanlarında getirdikleri dövizler, sistemde yabancı para mevduatını artırmış görünür. Ancak bu efektif bir giriştir. Yani yurtdışından gelen Türk vatandaşı elindeki Türk lirasını dövize çevirmemiştir. Doğrudan döviz getirdiği için bu durum dolarizasyonu artırmış gibi görünür; ancak aslında artırmamıştır.

Yine bir başka örnek… Cari fazla verdiğimiz dönemlerde ihracatçı firmalar, ihracat alacaklarını bankaya yatırabilir. Bu ihracat alacakları, sistemde döviz mevduatını artırdığı için dolarizasyon olarak okunmamalıdır. Çünkü ihracat alacağı zaten dövizdir, spot piyasadan Türk lirasından dönerek elde edilmemiş, zaten elde olan döviz sisteme girmiştir.

Bu örnekler elbette çoğaltılabilir. Ancak özetinde "Dolarize olduk" veya "Ters dolarizasyon başladı" ifadelerini, sadece Türk lirasından vazgeçip dövize dönmek ya da dövizden Türk lirasına dönmek olarak okumamakta fayda var.

Aynı anda mevduat tabanının hem Türk lirası, hem de döviz cinsinden ne kadar büyüdüğüne bakmak “dolarizasyon” ya da “ters dolarizasyon” analizine katkı sağlayabilir.

Advertisement