TÜRKONFED Başkanı Sönmez: Mevcut modelle ihracat artışının sürmesi zor
Dış talepteki düşüşten sonra gelen en büyük tehdidi enerji fiyatlarının oluşturduğuna dikkat çeken Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED) Yönetim Kurulu Başkanı Süleyman Sönmez, "Mevcut ekonomik model altında bu ihracat artışlarının üretkenlik ve teknoloji olmaksızın sürdürülebilmesi zor görünüyor. İhracatta mevcut durumun korunması için de kademeli döviz artışları ve sübvansiyonlar ile ihracatçının rekabet gücünün korunması gerekiyor" dedi.
OLCAY BÜYÜKTAŞ
Dış talepteki düşüşten sonra gelen en büyük tehdidin enerji fiyatları olacağını belirten Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED) Yönetim Kurulu Başkanı Süleyman Sönmez, belirsizliğe karşın iş dünyasında hâlâ yatırım iştahının yüksek olduğunu dile getirdi.
Sönmez her çeyrek düzenli olarak iş dünyasının sorunlarını ve beklentilerini ölçtüklerini ve yapılan araştırmalarda iş dünyasının yüzde 83’ü finansmana erişimde, yüzde 88’i ise banka kredilerine erişimde sorun yaşadığına işaret etti.
Sönmez TÜRKONFED çatısı altındaki 30 federasyon ve ulusal-uluslararası 300’den fazla dernek üzerinden 50 bini aşkın şirketi temsil eden bir sivil toplum örgütü olarak KOBİ’lerin bu ihtiyaçlarından yola çıkıp çeşitli projeler yürüttüklerine dikkat çekti.
Türkiye ekonomik olarak nasıl bir yılı geride bıraktı?
Enflasyon artışının, tüm gelişmiş ve gelişen ekonomiler açısından belirleyici olduğu bir yılı geride bıraktık. 2021 yılı pandemi nedeniyle bir toparlama yılı olmuştu. 2022 ise Rusya-Ukrayna Savaşı ile alevlenen gıda ve enerji krizi başta olmak üzere tedarik sorunları ile sınanan Türkiye Ekonomi Modeli yılı oldu. Amaçlanan fiyat istikrarı, yatırım artışı, cari fazla, kontrol altına alınmış enflasyon hedefleri gerçekleşmedi.
"Yatırımcı davranışlarında tedirginlik oluştu"
Enflasyon-faiz-kur sarmalı ise iş dünyası için belirsizliklerin artmasına ve yatırımcı davranışlarında tedirginliğe yol açarken, ulusal-uluslararası alanda ekonomiler için başat unsur olan güven ve istikrar iklimine de istenen katkının sağlanamamasına neden oldu. Büyüme dinamikleri ihracat ve tüketim davranışları ile şekillenirken, yoksullaştıran bir ekonomik atmosfer, alım gücünde azalma, TL’nin aşırı değer kaybı ve artan maliyetler refahın tabana yayılmasını sağlamaktan uzaktı. Sürdürülebilir bir kalkınma hedefi, dünyadan ayrışan ekonomi politikalarının da etkisi ile göz ardı edildi. Bu dönemde başta KOBİ’lerimiz için olmak üzere işletme sermayesi ihtiyacı artarken, yüksek faiz yurt dışı kredi imkanlarına, kredi musluklarının kısılması da finansmana erişimi zorlaştırdı.
Bu yıla ilişkin Türkiye ekonomisi için gördüğünüz en büyük riskler neler, ekonomik olarak nasıl bir yıl öngörüyorsunuz?
Bu yıl ekonomimizdeki en temel sorunların AB ve ABD’deki zayıf büyüme, Irak, Mısır, Lübnan gibi ülkelerdeki devalüasyon süreci nedeniyle dış talepte daralma; kısa vadede baz etkisiyle düşüş yaşanacak olsa da varlığını sürdüren yüksek enflasyon ile birlikte enflasyon-faiz-kur sarmalı; azalan yatırımlar; işsizlik, yetenek kaybı ve son olarak başta enerji maliyetleri olmak üzere diğer arz yönlü riskler olacağını düşünüyoruz.
Uluslararası kuruluşlar bu yıl küresel büyüme için bir resesyon tahmini yapmasa da büyüme oranlarının düşük seviyede olacağını değerlendiriyor. En son Dünya Bankası, Türkiye’nin 2023 büyüme oranı tahminini yüzde 2,7 olarak aşağı yönlü revize etti. Biz de her çeyrekte Anadolu iş dünyasının nabzını tuttuğumuz Ekonomi Perspektifi anketlerinde benzer sonuçlar ile karşılaştık. Nitekim veriler de dış talepte daralmaya işaret ediyor.
"Kararlı adımlar atılmalı"
Ülkemizde de yaşanan, literatürde ‘yoksullaştıran büyüme’ olarak bilinen, geniş toplum kesimlerinin faydalanamadığı bir ekonomik büyüme hem gelir adaletsizliğini hem de gelecek nesillerde dengesizlikleri artırır. Bu durum yalnızca ülkemizde değil dünya genelinde sosyal bütünlüğü sarsarken demokratik süreçleri de tehdit ediyor. İşte özellikle bu küresel iktisadi ortamda makroekonomik dengesizliklerin düzeltilmesi yolundaki maliyetlerin topluma mal edilmemesi için kararlı adımlar atmalıyız. Artık büyümeye, ihracata ve istihdama yönelik politikaların tek başına bir ülkenin üretim ölçeğini artırmaya ve orta gelir tuzağını aşmaya yeterli olmadığı aşikar. Bu tuzağı aşmak için inovasyonu; ekonomik ve toplumsal yapımıza entegre etmeli ayrıca ihtiyaç duyduğumuz yapısal ve kurumsal dönüşümü sağlamalıyız.
"Üçüz dönüşüm sağlanmalı"
Öte yandan 2022’de ihracatımız tarihi rekor kırsa da ithalatımız, ihracatımızdan daha hızlı arttı. Birim başı ihracat değerlerimiz hâlâ istenen düzeyde değil. Orta-yüksek ve yüksek teknoloji ihracatımızda ise ılımlı bir daralma görüldü ve ticaret haddi aleyhimize seyretti. Şu an enerji ithalatımızın dış ticaret açığına oranı yüzde 80’in üzerinde iken aylık ithalatımızın yaklaşık dörtte biri enerji ithalatına gidiyor. Türkiye bu sarmaldan çıkmak için ya yüksek teknoloji kullanımı ile yüksek katma değer yaratacak ya da petrol ve doğalgaz kaynakları açısından zengin bir ülke olacak. Dijital, Yeşil ve Toplumsal Dönüşüm olarak belirlediğimiz ‘Üçüz Dönüşüm’ün Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına doğru refah artışına ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerimize ulaşmamızda önemli kaldıraçlar olduğunu da vurgulamak isterim.
"Son çeyrekte üretim azaldı, istihdama yansıyacak"
Üyeleriniz arasında üretimi kısan, durduranlar söz konusu mu? Buna bağlı olarak işçi çıkarmayı planlayan üyeleriniz var mı?
Her çeyrek düzenli olarak iş dünyasının sorunlarını ve beklentilerini ölçtüğümüz araştırmalarımız başta büyüme dinamikleri olmak üzere üretim ile finansman ihtiyacına dikkat çekiyor. 2022 yılı son çeyrek araştırmamıza katılan iş dünyasının yüzde 83’ü finansmana erişimde, yüzde 88’i ise banka kredilerine erişimde sorun yaşadığını ifade etti. Üretimin durdurulmasından ziyade siparişlerde azalmanın özellikle 2022’nin son çeyreğinde belirginleştiğini ve buna paralel üretimin azaldığını söylemek mümkün. Dünyada enflasyon baskısının devam etmesi, AB’de resesyon riski, enerji ve tedarik zinciri sorunlarının devam etmesi haliyle üretime ve istihdama yansıyacak.
"Kredi genişlemesi yaşanacak"
Ancak tüm zorluklara rağmen gerçekleştirdiğimiz saha ziyaretlerinde Anadolu’nun yatırım yapma ve büyüme iştahının halen yüksek olduğunu gözlemliyoruz. Düşük büyüme ve daralma beklentilerine rağmen, Hükümetimiz tarafından verilen seçim öncesi ve yılbaşı sonrası kredi genişlemesinin yaşanacağına dair açıklamalar; KGF dahil kredi ve teşvik paketleri iş dünyasının bakışındaki iyileşmeyi kısmen açıklıyor. Bu iyimserliği, bu iştahı ancak kalıcı, sürdürülebilir politika adımlarıyla başarabileceğimize inanıyoruz. Zira belirsizlikleri aşmak için yapısal sorunlarımızı da çözmek durumundayız.
"Önemli fırsatlar var"
İhracatçı sektörlerde Avrupa'daki durgunluğa ilişkin nasıl bir tablo söz konusu?
Başta Avrupa ülkeleri olmak üzere dünyanın birçok bölgesinde resesyon ve düşük büyüme beklentisi hakim. Ancak Güney Asya ve Orta Doğu için büyüme ve talebe ilişkin beklentiler biraz daha olumlu. Bu anlamda ihracatta yavaşlama olsa da ülke kompozisyonundaki yıllık değişimler ile ihracatta pozitif bir seyir gerçekleşebilir. Diğer yandan dünyada şu an çok hızlı bir şekilde ülkelerin dış ticaret verileri hem sektörel hem de ülkesel bazlı değişiyor. Artan jeopolitik risklerin ortaya çıkardığı uzun dönemli dinamikler ise ülkemiz için önemli fırsatları beraberinde getiriyor. Rusya-Ukrayna savaşı, Tayvan krizi, ticaret savaşlarından enerji krizine birçok dış unsur Türkiye’nin özellikle KOBİ’lerimiz açısından önemli bir yatırım üssüne dönüşebileceğine, böyle bir fırsatın kapımızda olduğuna işaret ediyor. 30 milyona ulaşan genç nüfusumuz, gelişen deniz, hava ve kara ulaşımımız, uluslararası kurumlar ile olan güvenli ilişkimiz ve ciddi verimlilik potansiyeli taşıyan üretim yapımızla 2023’teki düşük büyüme beklentilerine rağmen orta vadede küresel üretimdeki payımızı artırma fırsatına sahibiz ve bunu mutlaka değerlendirmeliyiz. Bu çerçevede karar alıcı kurumlarımızın, özel sektör ile iş birliği içinde, ekonomi bilimi çerçevesinde gerçekçi planlama süreçlerini işletmesi son derece önemli olacak.
"İhracatta mevcut durumun korunması için de kademeli döviz artışı ve sübvansiyon gerekiyor"
Dış talepteki düşüşten sonra gelen en büyük tehdit enerji fiyatları. Zayıf küresel taleple birlikte kısıtlı üretim davranışının devam etmesi, dünyada bölgesel çatışmalarla savaşın yarattığı istikrarsızlık, özellikle Çin’in kapanmalara son vererek iç büyümeyi önceliklendiren stratejisi, 2023 yılında petrol fiyatlarında bir artışı beraberinde getirecek gibi görünüyor. Tüm tahminler 100 dolar ve üstünü işaret ediyor. Bu yıl ihracatçılar için tehdit oluşturan bir diğer önemli konu da döviz kuru düzeyi. İhracatta birim başı değerlerimiz hâlâ çok düşük. Orta ve yüksek teknolojili üretim yetkinliğimiz maalesef yüksek katma değer yaratmaktan, verimlilikten uzak. İhraç edilen ürün miktarındaki artışın, ihraç edilen ürünün döviz cinsi değerindeki artışı geçmesiyle birlikte toplam ihracat artıyor. Mevcut ekonomik model altında bu ihracat artışlarının üretkenlik ve teknoloji olmaksızın sürdürülebilmesi zor görünüyor. İhracatta mevcut durumun korunması için de kademeli döviz artışları ve sübvansiyonlar ile ihracatçının rekabet gücünün korunması gerekiyor.
"Bütçe yükü maliyet artıracak"
Seçimler ekonomik ortamı nasıl etkileyecek?
Yüksek büyümenin toplumsal refah yaratması beklenirken, gelir dağılımında yaşanan adaletsizlik ülkemizin öncelikli sorununun enflasyon olduğunu gösteriyor. Seçim ekonomisi sürecinde ise bu yoksullaşmanın yan etkilerini kısa süreli bastıran politikaların hızla gündeme geldiğini görüyoruz. Bu durumun yaratacağı bütçe yükü kısa vadede sorun yaratmasa da orta ve uzun vadede maliyet baskısını artıracaktır.
"Fiyatlama davranışlarının bozulmasındaki derinliği seçim sürecinde kontrol altına almak zorundayız"
Biz Türkiye’nin sorunlarının partiler ve siyaset üstü olduğunu düşünüyoruz. Yapısal sorunlarımızı aşmanın yolu yapısal reformlardan, bilimsel ve akılcı ekonomi politikalarının uygulanmasından geçiyor. Yapısal sorunlara temas etmeden hayata geçirilen ‘yara bandı’ tarzındaki uygulamalar ise uzun vadede yarayı derinleştirir. Yatırım iklimi, yatırımcı davranışları ve üretim motivasyonunda güven en önemli unsur. Para ve maliye politikasında belirsizliklerin azalması, ekonominin yapısal dönüşümü ve ulaşılacak gerçekçi hedefler için bir yol haritasına ihtiyacımız var. Fiyatlama davranışlarının bozulmasındaki derinliği seçim sürecinde kontrol altına almak zorundayız. Demokrasinin tüm zenginliği ile işlediği bir seçim sürecinin ardından sonuçlardan bağımsız yeni yüzyılımızın yönetim kadrolarının ve kurumlarımızın bu temel adımları hızla atacağını düşünüyoruz.
"İş dünyasının yarısı yatırım iştahını sürdürüyor"
Yatırım planlayan üyeleriniz var mı, öncelikli olarak yurt içi mi yurt dışı mı yatırım planlanıyor?
Dünyada ve ülkemizde yaşanan tüm sıkıntılara rağmen Anadolu iş dünyasında çok büyük bir yatırım iştahı gözlemliyoruz. Saha ziyaretlerimiz ve araştırma sonuçlarımız ile beklenti ve davranışları ölçtüğümüz anketlerimiz de bu sonucu doğruluyor. İş dünyasının yarısından fazlası yatırım yapma iştahını sürdürüyor. Ağırlıklı olarak tevsi-kapasite artırımı, yeni yatırım, Ar-Ge ve dijitalleşme ağırlıklı yatırım davranışı içinde hareket eden iş dünyamızın karşısındaki en büyük riskler yatırım ortamı atmosferi ile kredi ve finansmana erişim olarak ortaya çıkıyor. Üretimin ve yatırımın ana yakıtının finansman olduğu gerçeği bir kez daha görülüyor. Kısıtlı finansman olanaklarına sahip iş dünyamızın verimliliğini artırması ve katma değerli üretime geçmesi için hem sabit sermaye yatırımları yapmasına müsaade eden uzun vadeli finansmana hem de akılcı yönlendirmelere ihtiyacı var. Bu süreçte AB’nin öncülüğünü yaptığı ve dünyada karşılık bulan yeşil mutabakat, yeni yüzyılında Türkiye için kalkınma ve sanayileşme hikayesini yeniden yazma fırsatı sunuyor. Dünya Bankası’nın çalışmalarına göre 2040’a kadar yapılacak yatırımların 146 milyar dolar kazanç getireceği tahmin ediliyor. Bu fırsatları yakalamak için finansmana erişim sorunlarını gidermeliyiz.
"Ücret artışlarının alım gücü ile refah katkısını artırmak için enflasyon kontrol altına alınmalı"
Asgari ücret artışı ve EYT düzenlemesi üyelerinizi nasıl etkileyecek?
Çalışanlarımızın enflasyona ezdirilmemesi ve alım güçlerinin artması öncelikli bakış açımız. Bunu her platformda dile getiriyoruz ve uyguluyoruz. Öte yandan ülkemiz bir ‘enflasyon-faiz-kur’ sarmalının içinde bulunuyor. Ücret artışlarının toplumsal refah artırışına katkı yapması için ekonomimizin ücret-enflasyon kısır döngüsünden çıkması gerekiyor. Çünkü ücret artışlarının alım gücü ile refaha katkısını artırmak ancak enflasyonun kontrol altına alınması ile mümkün. Bunun için ekonomi bilimi çerçevesinde kalıcı bir tedavi ve reform gündemini acilen hayata geçirmemiz gerekiyor. Ekonomimizin ağırlığını asgari ücret baskısından kurtarıp katma değeri yüksek ücret aşamasına geçmeliyiz.
"Ekonomi asgari ücret sarmalına sıkıştırılmış görünüyor"
AB’de ortalama yüzde 7’lerde olan asgari ücretli çalışan oranı ülkemizde maalesef her 2 çalışandan 1’inin asgari ücretli çalışması ile ortalamalardan çok uzak. Ekonomimiz adeta asgari ücret çemberine sıkıştırılmış görünüyor. Alım gücü ve refah seviyesinin artırılmasında asgari ücret artışları kadar enflasyon düzeyinin de kontrol altına alınmasını önemsiyoruz. Asgari ücretin enflasyon karşısında erimesi, atılan adımın sadece kısa süreli sonuçlarının alınacağını ancak orta ve uzun vadede çözüme katkı sağlamayacağını gösteriyor. Yüksek teknolojili üretim ve yüksek katma değer artışı işletmelerimizin verimliliğini artırırken haliyle çalışanlarımızın da yetkinlik, kapasite ve alım güçlerini de asgari ücret sarmalından kurtaracaktır. Çalışanları asgari ücrete bağımlı kılan ekonomik modelin değişmesi, yaratılan katma değerin toplumsal refah artışına katkısını da artıracaktır.
"Ne eğitim ne istihdamda yer alan yaklaşık 3 milyon 250 bin genç var"
EYT konusuna gelince, EYT hakkını elde eden çalışanların kıdem tazminatı hakkı bakidir. EYT için ayrılan 25 milyar TL’lik KGF paketinin, buna ihtiyaç duyan işletmelerimize öncelikli olarak kullandırılması büyük önem arz ediyor. Bu paketin süreç içinde ihtiyaçlar da gözetilerek artırılacağını umuyoruz. EYT’de ortaya çıkan yükün işçi, işveren ve kamu başta olmak üzere adil ve eşit bir şekilde gözetilerek yönetilmesini önemsiyoruz.
Diğer yandan iş gücü piyasasındaki etkilere de hazırlanmalıyız. Çalışma hayatına devam etmeyecek EYT’lilerin yerine genç istihdamını artırmak bir seçenek. Çünkü 15-24 yaş arasında ne eğitim ne istihdamda yer alan yaklaşık 3 milyon 250 bin gencimiz var. Bu gençlerin yüzde 38’i yükseköğrenim, yüzde 31’i de mesleki veya teknik lise mezunu. Ancak sektörel istihdam olanaklarının yetersizliğinden dolayı birçok genç mezun olduğu alanda çalışamıyor. Dolayısıyla EYT sürecinde gençlerin istihdam olanaklarını artıracak kapsamlı teşvikler ile genç istihdamı artırılabilir ve genç işsizlik oranı OECD ortalamasına çekilebilir.