Avustralya seyahatimiz bir hafta sürdü. Her gün farklı kurum ve kuruluşlarda farklı kişilerle görüştük, konuştuk. Dolayısıyla yazacak çok şey var. Biz de sizlere mümkün olduğunca gördüklerimizi, duyduklarımızı detaylı şekilde aktarmaya çalışıyoruz. Şimdiki durağımız Melbourne’de La Trobe Üniversitesi. Yüzde 75’i devlet, yüzde 25’i üniversite bütçesiyle 288 milyon dolarlık bir yatırımla kurulan ve Avustralya nın önde gelen “biyobilim merkezi” olarak da lanse edilen Tarımsal Araştırma ve Geliştirme Merkezi’ne uğruyoruz. Kurumun Araştırma Direktörü Prof. Ben Cocks, 4 ayrı noktada araştırma merkezleri olduğunu ve biyogüvenlik konusu başta olmak verimlilik artışı, hastalık ve zararlı mücadelesi ile çevresel etkiler konularına odaklandıklarını söylüyor. Uluslararası bir kurum niteliği taşıyan bu merkezde bitki, hayvan ve mikrobiyal biyobilim ve biyogüvenlik araştırmaları gerçekleştiriliyor. Mesela bitki ve hayvan türlerinde gen keşfi ve fonksiyonel genomik üzerine çalışıyorlar. Bir diğer çalıştıkları konu hastalık direnci, kuraklık toleransı, biyoenerji ve moleküler üreme. Bitki ve hayvan biyoaktifleri ve sağlığıyla ilgili fizyoloji ve genetik çalışması da yapılan merkezde, hayvansal ve bitkisel üretim için sürdürülebilir sistemler geliştirmek üzere kafa yoruluyor. Özellikle büyük veri analizinde uzmanlaştıkları bilgisini veren Profesör Cocks, otomasyon ve yüksek endüstriyel ölçekte hassas ölçümler üzerine yaptıkları çalışmalardan bahsediyor. Disiplinler arası işbirliklerinin gerçekleştiği kurumda, hayvan, bitki, toprak ve mikrobiyal biyobilim ile ekoloji ve biyolojik çeşitlilik başlıkları öne çıkıyor. Stratejik aksiyon planları hazırladıklarını kaydeden Profesör Cocks, çiftçiler ve özel sektörle de devamlı temas halinde olduklarını ifade ediyor. Avustralya için meraların çok değerli olduğunu ve geliştirmek adına ıslah çalışmalarının sürdüğünü belirten Cocks, mera ıslahıyla birlikte hayvan ve bitki ıslahı üzerindeki çalışmaların koordineli şekilde yürütüldüğünün altını çiziyor. Profesör Cocks, bir örnek veriyor. Avustralyalı çiftçiler ve süt endüstrisi için telefon aplikasyonu olarak geliştirdikleri “Good Bulls App” uygulaması ile çiftçilerin ihtiyacı olan damızlık için kullanılacak boğaları cep telefonundan güvenle ve kolayca seçerek sürülerini iyileştirebildiklerini söylüyor. DNA testi ile hayvanların artık performanslarını çok daha kısa sürede ve doğru şekilde tespit edebildiklerini kaydeden Profesör Cocks, daha önce 7-8 yıl süren çalışmaları artık hayvanların genetik kodlarına bakarak çok kısa sürede ölçümleyebildiklerinin altını çiziyor. Profesör Cocks, “Eskiden bir boğanın damızlık kalitesini yaklaşık bin deneme ve 8 yılı bulan çalışma sonucunda ölçerken artık genetik bilimi sayesinde DNA testi ile hemen belirleyebiliyoruz. Şuan 250 bin dolar değerinde damızlık hayvanlara sahibiz” diyor. 5 yıllık proje ve çalışmalarında nanoteknoloji, elektronik mühendisliği, sensör teknolojisi ile fizik ve kimya bölümleriyle de işbirliği halindeler. Dünyanın farklı bölgelerinden üniversitelerle de ortak proje yürütüyor ve işbirliği sağlıyorlar. Kurum ayrıca işin içine özel sektörü de katarak sektörler arası işbirliğinde koordinatör görevi üstlenmiş durumda. BANKADA 125 BİN ÇEŞİT TOHUM VAR Profesör Cocks, tohumculuk tarafındaki çalışmaları da anlatıyor. Avustralya Tohum Bankası’nı geliştirmeye devam ettiklerini ve hali hazırda hububat ağırlıklı olmak üzere 125 bin çeşit tohumun envanterde olduğunu belirtiyor. Özellikle hububat ve bakliyat tarafında kuraklığa dayanıklı çeşitleri geliştirmek üzere ıslah çalışmalarından bahsediyor. Daha verimli, kaliteli ve uygun maliyetle bakliyat yetiştirebildikleri için Hindistan ve Pakistan gibi bakliyat üreticisi ülkelere dahi ihracat gerçekleştiriyorlar.  SON DURAK BAŞKENT CANBERRA Sydney ve Melbourne’den sonra seyahatimizin son durağı Başkent Canberra. Başkent’te önce Avustralya Tarım ve Su Kaynakları Bakanlığı’nı ziyaret ediyoruz. Avustralya Tarım Bakanlığı adeta Dışişleri ve Ticaret Bakanlığı gibi çalışıyor. Herkesin odaklandığı ülke ve bölgeler var. Ülkelerin tarımsal üretim desenleri ve hacimleri ile dış ticaret dengeleri yakından izleniyor. 1945’ten bu yana tarım politikaları ve araştırmaları üzerine veri topluyor, işliyor ve analiz ediyorlar. Avustralya yüzölçümü bakımından dünyanın 6’ncı büyük ülkesi olsa da ülkenin toplam yüzölçümünün sadece yüzde 15-20’sinde tarım yapılabiliyor. Tarımsal hasılanın yüzde 45’i hayvancılıktan, yüzde 33’ü tahıl ağırlıklı bitkisel üretimden, yüzde 15’i sebze ve meyvecilikten, kalan yüzde 10’u da balıkçılık, su ürünleri ve ormancılıktan geliyor. 1953 yılında 202 bin tarım işletmesine sahip olan Avustralya’da bugün 85 bin işletme var. Bu süreçte işletme sayısı azalırken işletmelerde verimliliğin yüzde 50 arttığı bilgisini veriyorlar. İşletmelerin neredeyse yüzde 97’si ailelere ait, şirket işletmelerinin oranı yüzde 3 ama onlar da oldukça büyük hacimli. Tarım sektöründe yaklaşık 250 bin kişi istihdam ediliyor ve tarımın milli gelire katkısı yüzde 3 seviyelerinde. Toplam kırmızı et üretiminin yüzde 70’ini ihraç ediyorlar. DESTEKLEMESİZ TARIM MODELİ Avustralyalı çiftçiler neredeyse hiç devlet desteği almıyor. Son 30 yılda çok az miktardaki destekler de iyice düşürülmüş. Bakanlık yetkilileri, bunun verimi artırdığı görüşünde. Ortak kanı, destek almayan çiftçilerin daha sorumlu ve dikkatli davrandığı ve kendi işlerini istediği şekilde daha kolay yönlendirdiği yönünde. Devlet para desteği yerine bilgi, beceri, eğitim ve teknoloji sağlamaya yönelik destekler sağlıyor. Daha ziyade yol gösterici bir rol üstleniyor. Özetle balık vermek yerine balık tutmayı öğretiyor. Ama burada hemen bir parantez açmakta fayda var. Avustralya’nın bu stratejisi sadece Türkiye’dekiyle değil dünyanın birçok ülkesindeki destekleme politikalarıyla ayrışır durumda. Avrupa’daki tarımsal modeli, desteklerle ayakta kaldığını savunarak ‘emekli çiftçiliği’ diye yorumluyorlar. Avustralya kendi dinamikleri ve kırsal yapısına göre desteklemeden uzak bir yol izliyor. Dolayısıyla Avustralya’nın bu politikasının doğruluğu ya da yanlışlığını tartışmıyoruz. Tarımda kooperatifçilik kültünün olmamasının gerekçesi olarak arazilerin büyük ve dağınık yapıda olmasını gösteriyorlar. Mesafelerin uzak olduğunu ve kooperatiflerin başarılı olduğu ülkelerdeki köy/kasaba yapısının aksine Avustralya’da toplu yaşam kültürünün olmadığını ve çiftçilerin bireysel olarak üretim yaptığını kaydediyorlar. Avustralya’nın 50 milyar dolarlık tarımsal ihracatının temelinde uzun yıllardır gerçekleştirdikleri tarım reformunun ülkeyi uluslararası alanda rekabetçi konuma getirmesi yatıyor. Ülkedeki toplam tarımsal üretimin yüzde 70’i ihraç edilir durumda. Üretim/ihracat oranlarına birkaç somut örnek vermek gerekirse, toplam şeker üretiminin yüzde 70’i, koyun etinin yüzde 72’si, dana etinin yüzde 41’i, kanolanın yüzde 75’i, buğdayın yüzde 76’sı, süt ürünlerinin yüzde 41’i ihraç ediliyor. Bakanlıktan çıkıp 10 dakika ötedeki Avustralya Kırmızı Et Endüstrisi Konseyi’ne uğruyoruz. Sektörün oluşturduğu kırmızı et mutabakat zaptına sektörün tüm paydaşları (Koyun, keçi, sığır ve yem üreticileri) dahil olmuş durumda. Konsey yönetim kurulu kendi aralarında hangi politikaların oluşturulmasını gerektiğini tartışıyor, belirliyor ve bunları formüle ederek hükümet nezdinde işlerlik kazanması için ortak hareket ediyor. Konseyin içinde Ar-Ge kuruluşları da yer alıyor. Satılan her hayvandan belirli bir gelir payı Ar-Ge şirketlerine fonlanıyor (Rakam zaman zaman değişse de hayvan başına yaklaşık 1 dolar). Böylece sektörün yol haritası teknoloji ve inovasyon ışığında sistematik şekilde belirleniyor. Oluşturulan stratejilerde çok yönü yaklaşımlar hakim ve konseyin dünya genelinde 10-15 farklı noktada temsilcilikleri bulunuyor. Sektör temsilcileri yılda 2 kez bir araya geliyor. Yöneticiler maksimum 2-3 yıl görevde kalıyor. Bizdeki gibi defalarca seçilme ya da uzun yıllar koltukta oturma alışkanlığı yok. Konseyde her şey güllük gülistanlık değil. Rekabet de söz konusu ama ortak noktada buluşana kadar yapıcı bir rekabetten söz ediyoruz. Sonuç olarak ortaya tutarlı ve sadece bir kesimin değil tüm kesimler tarafından kabul gören politikalar çıkıyor.   Yaklaşık 2 bin üyesi bulunan konseyin işleyişinde ‘ortak akıl’ ana prensip. MAAŞLA DEĞİL GÖNÜLLÜ ÇALIŞIYORLAR Son ziyaret ettiğimiz kurum Ulusal Çiftçiler Federasyonu oluyor. Federasyonun Ticaret ve Ekonomi Müdürü Prudence Gordon, tarımdaki tüm üretici kesimleri temsil ettiklerini söylüyor. Tüm üyelerinden veri ve bilgi alarak bu veriler ışığında politikaları belirleyip hükümete sunuyorlar. Çiftçilerin çıkarlarını hükümet nezdinde koruyan federasyonun 6 komitesi bulunuyor ve federasyona 32 birlik üye. Federasyonda 5 yönetim kurulu üyesi var ve başkana maaş ödenmiyor. Gönüllülük esasına göre bir çalışma sistemi var. Seçimle gelip 3 yıl görevde kalan başkan en fazla iki dönem seçilebiliyor. Yani toplam görev süresi 6 yılı geçmiyor. Yani başkanlar bizdeki gibi 10-15 yıl aynı koltukta oturamıyor. Parlamentoda çiftçilerin temsil gücünün yüksek olduğunu öğreniyoruz. Ama kimse çiftçi federasyonu, birlik ya da konsey başkanlığını siyasete atılmak üzere bir kaldıraç ve rant koltuğu olarak görmüyor. Zira sistem buna müsaade etmiyor. Yarın, Avustralya’dan son notlarımızı da paylaşarak sizlere tüm gözlemlerimizi aktarmış olacağız. İrfan Donat Bloomberg HT Tarım Editörü idonat@bloomberght.com