Bloomberght
Bloomberg HT Görüş İrfan Donat Koronavirüs salgınının ardındaki gerçekler

Koronavirüs salgınının ardındaki gerçekler

Giriş: 20 Mart 2020, Cuma 20:46
Güncelleme: 24 Mart 2020, Salı 15:30

Bugünlerde yazılan haber ve makalelerin, paylaşılan veri ve bilgilerin neredeyse tamamı yeni tip koronavirüs salgınıyla alakalı.

Bir taraftan kaygıyla süreci takip ederken, diğer taraftan da merakla gelişmeleri izliyoruz.

Koronavirüs vakası ilk kez Çin’de görüldüğü sıralarda bu virüsün nedenleri üzerine konuşurken, mesele hızla küresel bir hal alınca bugün tüm dünya salgının sonuçları üzerine odaklanmış durumda.

Kimse durumu kestiremiyor, çok net öngörüler ortaya koyamıyor.

Dolayısıyla bu küresel salgının sonuçlarının ucu her anlamda açık.

Ama sonuçlara giderken hikayenin başlangıcından, dolayısıyla nedenlerden de kopmamak lazım.

Zira nedenlere farklı açılardan bakıp konunun özüne inebilmek, bizlere bundan sonraki dönemde karşılacağımız olası riskler ve benzer senaryolara karşı hazırlıklı olma şansı sağlayabilir.

Son günlerde herkes gibi ben de bu konuda çıkan yazı ve araştırmalara odaklanmış durumdayım.

Yaptığım okumalardan da kenara notlar alıyorum.

Dikkatimi çeken noktaları sizlerle de paylaşayım.

Dünya Ekonomik Forumu'nda “Biyoçeşitlilik kaybı salgın hastalıklarla mücadele etme yeteneğimizi nasıl etkiliyor” başlıklı bir makale, özellikle son yüzyılda görülen ve yoğunluğu artan salgın hastalıklarla küresel iklim değişikliği ve biyolojik çeşitlilikte yaşanan kaybın doğrudan bağlantılı olduğuna dikkat çekiyor.

Salgın hastalıkların sıklığının giderek arttığı bir döneme girildiğine vurgu yapılırken, 1980-2013 yılları arasında, 44 milyon bireysel vakayı içeren ve her ülkeyi etkileyen 12 bin 12 kayıtlı salgın yaşandığı bilgisi paylaşılıyor.

Söz konusu yükselişte, küresel seyahat, ticaret ve ülkeler arası bağlantıların artması ile yüksek yoğunluklu yaşam da dahil olmak üzere bir dizi eğilimin katkıda bulunduğu belirtiliyor.

Ama bunların da ötesinde küresel iklim değişikliği ve biyolojik çeşitlilikte yaşanan kayıplar, söz konusu risklerin artmasında en çarpıcı bağlantı olarak vurgulanıyor.

Bu tespitler yakın geçmişten örnek ve veriler ışığında somutlaştırılıyor.

Küresel anlamda son 20 yılda istikrarlı(!) bir şekilde artan ormansızlaşma ile Ebola, Zika ve Nipah virüs salgınlarının yüzde 31’inin bağlantılı olduğu ifade ediliyor.

O bağlantı da şu şekilde kuruluyor: “Ormansızlaşma, vahşi hayvanları doğal ortamlarından uzaklaştırıyor ve insan nüfusunun yoğun olduğu bölgelere daha da yakınlaştırıyor. Bu durum, hayvanlardan insanlara geçen hastalıklar açısından (zoonoz hastalıklar) uygun ortam yaratıyor."

Halbuki FAO'ya göre ormanlar, biyoçeşitlilik için hayati öneme sahip ve karadaki yaşamın yaklaşık yüzde 80'ine ev sahipliği yapıyor.

ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri de insanları enfekte eden “yeni ortaya çıkan” hastalıkların dörtte üçünün hayvan kaynaklı olduğunu tahmin ediyor.

Daha da geniş kapsamda, iklim değişikliğinin, zika, sıtma ve dang humması gibi bulaşıcı hastalıkların bulaşma modellerini değiştirdiği ve hızlandırdığına dikkat çekiliyor.

New York Times’ta bu konudaki bir makele de dikkat çekici.

Makaleyi yazan Amerikalı bilim ve doğa yazarı David Quammen.

Quammen diyor ki, “Çok sayıda hayvan ve bitki türünü barındıran tropikal ormanları ve diğer vahşi alanları, içindeki canlılar ve virüslerle birlikte istila ediyoruz. Ağaçları kestik; hayvanları ya öldürdük ya da kafeslere koyup pazarlara gönderdik. Ekosistemi bozuyoruz ve virüsleri doğal alanlarından çıkarıyoruz. Onların da yeni yaşam alanlarına ihtiyacı var ve genelde bu alanlar insanlar oluyor. Wuhan veya Amazon'dan Paris, Toronto veya Washington'a olan mesafe bazı virüsler için kısadır. Özellikle uçak yolcuları sayesinde saatler içinde binlerce kilometre uzağa taşınabilirler. Pandemi hazırlığının finansmanının pahalı olduğunu düşünüyorsanız, yeni tip koronavirüsün son maliyetini görene kadar bekleyin.”

Sizinle bir başka bilgiyi de paylaşalım.

UCL Ekoloji ve Biyolojik Çeşitlilik Bölüm Başkanı Kate Jones ve araştırma ekibi, 2008 yılında yaptığı bir çalışma sonucunda 1960-2004 yılları arasında ortaya çıkan 335 farklı hastalığın en az yüzde 60'ının hayvanlardan insanlara geçtiğini tespit etti.

Ve daha da önemlisi, bu zoonotik hastalıkların giderek daha fazla çevresel değişim ve insan davranışı ile bağlantılı olduğu ortaya çıktı.

Kate Jones, salgın hastalıkların vahşi yaşamdan insanlara bulaşmasının artık “insani ekonomik gelişmenin gizli bir maliyeti" olduğunu söylüyor.

Evrimleşmeye devam eden ve bir noktada insanlar için tehdit oluşturabilecek sayısız patojenin olduğunu dile getiren Jones, ekibiyle birlikte şuan, bozulmuş habitatlardaki türlerin insanları enfekte edebilecek daha fazla virüs taşıma olasılığını araştırıyor.

Çok çarpıcı değil mi?

Ama bitmedi...

Emory Üniversitesi Çevre Bilimleri Bölümünden Ekolog Thomas Gillespie de bu risklerle ilgili çalışma yapan bilim insanları arasında yer alıyor.

Doğal yaşam alanlarının daralmasının hayvanlardan insanlara bulaşan hastalıkların riskine nasıl katkıda bulunduğunu araştıran Gillespie, “Patojenler, tür sınırlarına saygı göstermez. O yüzden koronavirüs salgınına hiç şaşırmadım. Patojenlerin çoğu hala keşfedilmeyi bekliyor. Buzdağının en ucundayız” diyor.

Hayvanlardan insanlara geçen hastalıkların yayılma koşullarını insanoğlunun kendisinin yarattığını belirten Gillespie, bugün yaşananları yaban hayatı ile insanoğlu arasındaki bariyerlerin zayıflamasına bağlıyor.

New York’taki Bard College'de Biyoloji Profesörü olan Felicia Keesing ise çevresel değişikliklerin insanların bulaşıcı hastalıklara maruz kalma olasılığını nasıl etkilediğini inceliyor.

Profesör Keesing, “Biyoçeşitliliği aşındırdığımızda, bize yeni hastalıklar yayması en muhtemel türlerin çoğaldığını görüyoruz” diyor.

Keesing, habitatın yok edilmesi ve biyoçeşitlilik kaybı yoluyla insanların neden olduğu maliyet ve tehlikelerin tahminlerin çok üzerinde olabileceği uyarısında bulunuyor.

Bir başka araştırmaya göre ise küresel çapta artan sınırötesi göç faktörü de salgının yayılma hızı ve kapsamında oldukça etkili.

İnsanların genellikle kötü koşullar altında yeni yerlere taşınması, yerlerinden edilen nüfusun kızamık, sıtma, ishalli hastalıklar ve akut solunum yolu enfeksiyonları gibi biyolojik tehditlere karşı savunmasızlığını arttırıyor.

Aslında bugün geldiğimiz nokta sürpriz değil.

İnsanoğlu, özellikle son 20-30 yıldaki salgın hastalıklarla, etkisi her geçen gün daha yıkıcı olan bir dizi felaketin yeni bir aşamasına şahitlik ediyor.

Salgın hastalıkların sıklığı ve yoğunluğu hakkındaki bu karamsar tabloya karşın, iyi haber şu ki, bu salgınların insan sağlığı üzerindeki etkilerine karşı, tıbbi gelişmeler ve halk sağlığı sistemlerindeki ilerlemeler sayesinde daha kontrollü mücadele edilebilir.

Ama durun bir dakika…

Burada da yine ekosistemin sahip olduğu biyoçeşitlilk önemli bir rol oynuyor.

Zira uzun zaman alan Ar-Ge çalışmaları sonucu geliştirilen ilaç ya da aşı her zaman ileri sentetik (suni) biyoteknoloji ile mümkün olamayabiliyor.

Bilim insanları yeni tedavi yöntemlerinde temel olarak yeniden doğaya geri dönüyor ve doğaya dayalı, doğa kaynaklı çözümlere ağırlık veriyor.

Burada da yine karşımıza sahip olduğumuz ama her geçen gün yok ettiğimiz biyoçeşitlilik çıkıyor.

Araştırmalara göre, geleneksel veya modern tıp için tahmini 50 bin ila 70 bin arasında bitki türünden yararlanılıyor. Modern tıbbın ürettiği ilaçların yaklaşık yüzde 50'si, yok olma tehdidi altındaki bitki türlerinden geliştiriliyor.

İnanabiliyor musunuz?

İnsanoğlu hayatta kalabilmek adına muhtaç olduğu biyoçeşitliliği sırf vahşi kapitalizmin hırs ve ihtirası yüzünden farklı sebeplerle doğrudan ya da dolaylı şekilde yok ediyor.

Özetle, küresel anlamda habitatı bozmaya devam ettiğimiz, iklimi değiştirmeyi sürdürdüğümüz ve biyolojik çeşitliliği katlettiğimiz sürece bugünkü koronavirüs salgını, kitle pandemilerinin sadece başlangıcı gibi gözüküyor.

Çünkü araştırmalar, hayvan kaynaklı Ebola, SARS, kuş gribi ve şimdi COVID-19 gibi bulaşıcı hastalık salgınlarının artmakta olduğunu gösteriyor.

O yüzden şu gerçeği artık idrak etmemiz gerekiyor.

Küresel iklim değişikliği ve yok ettiğimiz biyoçeşitlilik basit bir ekolojik sorun değildir.

İnsanoğlunun neslini sürdürmek ya da sürdürmemek adına vermesi gereken bir karardır.

Tamam mı devam mı?

İrfan Donat

Bloomberg HT Tarım Editörü