Bloomberght
Bloomberg HT Görüş İrfan Donat Kırmızı et üretiminde tehlike çanları

Kırmızı et üretiminde tehlike çanları

Giriş: 19 Ağustos 2021, Perşembe 10:45
Güncelleme: 20 Ağustos 2021, Cuma 15:37

Hayvancılık sektörü uzun bir süredir ekonomik sorunlarla boğuşuyor.

Hızla artan girdi maliyetlerine karşın sabit kalan ve hatta gerileyen üretici fiyatları, sektörü uzun bir süredir çift yönlü sıkıştırıyor.

Hem süt hem de besi tarafına baktığımızda aslında tablo çok da farklı değil.

Üretimin kırılgan bir yapıya büründüğü, tüketimin de alım gücündeki gerilemeye paralel olarak düştüğü bir ortamda sektörde öngörülebilirlik neredeyse sıfır.

Tarım-Analiz programına konuk olan Ulusal Kırmızı Et Konseyi'nin (UKON) Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Hacıince ile hayvancılık sektöründeki son durumu ve artan riskleri kırmızı et özelinde değerlendirdik.

Ahmet Hacıince, çok önemli tespitler yaparken, ciddi uyarlarda da bulundu.

Biz de “söz uçar, yazı kalır” diyerek programın deşifresini sizlerle paylaşmak istedik.

Girdi maliyetlerinin arttığı bir ortamda besicinin satış fiyatlarının gerilediğine dikkat çeken Ahmet Hacıince, “Şu anda besi sektörü ters maliyetle çalışıyor. Maliyetler 48 lira bandında hatta 50 lirayı zorlarken, bir türlü karkas fiyatlarında artış olmadığı gibi geriye gittiği dönemler de yaşıyoruz. Şu anda kesim fiyatları 40 lira ile 44 lira arasında dolaşıyor. Dolayısıyla besici kilogram başına en az 5 TL zarar ediyor. Bu durum sürdürülebilir bir şey değil. Sektörden çıkma ve sektöre küsme oranı çok yükselmeye başladı. Tehlikeli bir döneme girdik” uyarısında bulunuyor.

Kırmızı ette kırılma noktalarının başında yem maliyetleri geldiğini ifade eden Hacıince, “Yem Sanayicileri Birliği tarafından yapılan açıklamalarda da belirtildiği gibi yem hammaddesinde yüzde 60 ve üzeri bir girdinin dövize endekslendiğini görüyoruz. Yemini kontrol edemediğiniz bir maliyette de geriye dönük etin, karkasın fiyatını konuşmak çok doğru değil. Köklü bir çözüme gidilmesi gerekiyor. Yem bitkisinde dışarıya bağımlılığın minimize edilmesi gerekiyor. Bununla ilgili de bitkisel üretimin kendi tarım alanlarımızda planlanması gerekiyor. Yani pancarın üretildiği toprakta her şey üretilebiliyor. Hangisi mantıklıysa yem bitkisinin üretimine içeride ağırlık vermemiz gerekiyor” diyor.

Türkiye'de bitkisel üretim alanında yem bitkilerinin ekim alanlarının azaldığını, diğer ürünlerin ekim alanlarında artış olduğuna dikkat çeken Hacıince, “İçerideki üretimin desteklenmesi ve planlanması derken bunu kastediyorum. Yem bitkisi üretimi artarsa yem fiyatlarının ve maliyetlerinin de daha geri geleceğini düşünüyorum” diyor.

HAYVANCILIKTA MEVCUT SİSTEM RİSKLİ VE ÖNGÖRÜLEMEZ

Ahmet Hacıince, hayvancılıkta mevcut sistemin riskli ve öngörülemez olduğunun altını çizerek şu tespitlerde bulunuyor: “Bu şekildeki sistemin sürdürülebilmesi imkânsız. Biz ülkedeki açık hayvancılık, yaylım hayvancılığından git gide kopuyoruz. Bugün küçükbaş hayvancılıkta bile kapalı sisteme dönüş söz konusu. Bizim hızlı bir şekilde hayvancılığı baştan rehabilite etmemiz lazım. Öncelikle üreticinin zarar etmeyeceğini garanti etmemiz lazım. Şu anda üretici, etçi, sütçü, besici piyasaya güvenemiyor. Bir plansızlık söz konusu. Herkes ‘Bu sene daha iyi olacak’, ‘Seneye daha iyi olacak’ hayalleriyle üretim yapıyor. Hiç kimsenin gelecekle ilgili bir garantisi yok. İnsanlar zarar etmeyeceği malı üretir, sürdürülebilirliğin temeli budur.”

İşte bu noktada devletin müdahale kurumlarını güçlendirmesi ve devreye sokması gerektiğini savunan Ahmet Hacıince, Et ve Süt Kurumu (ESK) gibi kurumların güçlendirilmesi ve üretici lehine zamanında müdahale edebilecek reflekslere sahip olması gerektiğini ifade ediyor.

Hacıince, “ESK, her ay bir fiyat açıklaması lazım. Eğer piyasada açıklananın altında bir fiyat oluşursa da ESK müdahale kurumu olarak devreye girmeli. Et ve Süt Kurumunun iyi bir fiyat açıklaması lazım ki üreticiler zarar etmekten kurtulsunlar çünkü besi sektöründe küsen bir daha geri gelmiyor. Ancak bizde müdahale kurumları çalışmıyor çünkü müdahale kurumlarının bir özgürlüğü yok” diye konuşuyor.

“ÜRETİCİNİN ARKASINDA DURAN MÜDAHALE KURUMU YOK”

Kurumların işlevselliğini yitirdiği vakit sektör için çok da anlamı kalmadığını belirten Hacıince, “Hem et hem de süt konseyleri kuruldu. Maliyeti belirtiyorsunuz ama hiçbir zaman üreticiye alım garantili bir şey sunamıyorsunuz. Ulusal Kırmızı Et Konseyi olarak maliyetleri açıklıyoruz. Bu işin sürdürülebilir olması için de maliyetin üzerine mutlaka minimum yüzde 10 fiyat konmasının gerekli olduğunu söylüyoruz. Fakat biz fiyat açıklarsak belirleyeceğimiz fiyatın arkasında duracak bir merci yok. Bizim açıkladığımız fiyat havada kalacak. Onun için müdahale merciini güçlendirmemiz lazım. İnsanların ürettiği üründen zarar etmeyeceğini anlatmamız ve netleştirmemiz lazım” diyor.

“RESMİ MERCİLER İŞLEVSİZ DURUMDA”

Ahmet Hacıince’ye göre, bunun temel nedeni de plansızlık… Hacıince, “Plansız bir üretim projeksiyonu var. Bu ülkeye ne kadar hayvan lazım, ne kadar küçükbaş, ne kadar büyükbaş, ne kadar yem lazım… Bunun temel öğesi üretim planlaması ama bizde şu anda bir plansızlık var. İnsanlar gidiyor ‘bir çiftlik yapacağım’ diyor, parası varsa yapıyor ama hiçbir merci bu çiftlik sahibine ‘tüketeceğin yemin ne kadarını üreteceksin?’ diye sormuyor. Yurt dışında böyle değil, çiftlik yapacağın zaman sorduğu ilk şey ‘ne kadar arazin var, tüketeceğin yemin ne kadarını üretiyorsun?’. Bizde bu mercilerin hepsi nötr ve şu anda işlevsiz. İsteyen istediğini yapabiliyor üretim bazında... Plansızlık dediğim buradan başlıyor” yorumunda bulunuyor.

HAYVANCILIK İŞLETMELERİNDE KAPASİTE KULLANIM ORANLARI DÜŞÜYOR

Son dönemde hayvancılık işletmelerinin kapasite kullanımlarında ciddi bir düşüş olduğuna dikkat çeken Hacıince, “Ülkede şu anda entegre et tesisleri, mezbahalarda çok ciddi bir şekilde kapasite kullanım oranları düşüyor. Besi çiftliklerinin şu an yüzde 50’nin altında kapasiteyle çalıştığını belirten Hacıince, mezhabalarda ise kapasite kullanım oranlarını yüzde 30’un altına düştüğünü söylüyor.

Hacıince, işletmelerdeki mevcut durumu şöyle özetliyor: “Kesime giden hayvanın yerine üretici yeni mal koymuyor, koyduğunu da bankanın talebi doğrultusunda olacak kadar hayvan koyuyor. Herkes içine girdiği bu finans girdabını yönetmek için yapıyor şu anda hayvancılığı...”

“BESİCİ ÜRETİMİ BIRAKIYOR, YENİ ÇİFTLİKLERE HİBE VERİLİYOR”

Ahmet Hacıince, tarım sektörüne bakış açısına dair de şu tespitlerde bulunuyor: “Hayvancılık bir insanın ikinci işi olamaz, tek işi olması lazım. Bizde ise şu anda maalesef ikinci, üçüncü iş durumunda. Yatırımcıya sınır yok, ‘yeter ki yatırım yapın’ diyorlar. Maalesef şuanda tecrübe ve bilginin yatırım yapanlar açısından bir değeri yok. Bu da bu sancılara yol açıyor. Ülkenin kırsal kalkınma desteklerinde hâlâ çiftliğe, ahıra ve mezbahaya yatırım, hibe desteği var. Geriye dönüp bakıyoruz, mevcutların hepsi yüzde elli ve altı kapasiteyle çalışıyor ama siz yenilerine destek veriyorsunuz. Benim plansızlık dediğim bu... Her anlamda planlamaya ihtiyacımız var. Besi materyali, yem bitkisi üretimi, işletme ve pazarlama dahil olmak üzere yatırımın her aşamasında sıfırdan bir planlama yapılması gerekiyor.”

Hayvancılığın birçok meslek dalına göre çok daha zor ve ağır şartlarda yapıldığını ifade eden Hacıince, canlı ile uğraşmanın yarattığı risklerden de bahsediyor.

Yeni neslin artık deden ve babadan kalma bu mesleği icra etmekten kaçındığını ifade eden Hacıince, “Hayvancılık yapanların hiçbir özel hayatı olmaz çünkü hayvanın içinden çıkamazsınız. Bu kadar emek çekersiniz ama günün sonunda da zarar edersiniz. İşin içine kendi işçiliğinizi katıp yevmiyenizi maliyet olarak yazsanız tamamen zarar edersiniz. Ama hep zarar ettiği için de kendi finansının hep eridiğini gördüğü için de bu iş artık yavaş yavaş terk edilmeye başlandı” diyor.

İşte bu noktada bir de paradoksa dikkat çekiyor. Bir tarafta hayvancılıktan çıkanlar var, öte tarafta ise aynı işe yatırım yapılması için teşvik ve hibeler var. Tarım sektörü ile uzaktan yakından ilgisi olmayanlara körü körüne hibe ve teşvik verilmesini yanlış bulan Hacıince, “Önce, ‘insanlar neden bu işi terk ediyor, bu işten çıkıyor?’ diye sorgulamak lazım. Bu iş neden yürümüyor, nerede tıkanıyor?” sorularının yanıtlanması gerektiğini belirtiyor.

MERALARI YOK ETMİŞİZ

Sürdürülebilir bir hayvancılık açısından mera, çayır ve otlaklara sahip çıkılması ve iyi yönetilmesi gerektiği aşikar.

Bu konuda Ahmet Hacince’nin de söyledikleri önemli: “Türkiye’de mera alanları 1975 yılında 21 milyon hektar iken şu anda Türkiye’deki mera alanı 11 milyon hektara kadar geriledi. Ciddi bir kayıp var. Nereye gitti bu kadar mera? Bir miktarı Orman Bakanlığı tarafından alınmış, bir miktarı yayla olmuş, günü birlik alan olmuş, turizm alanı olmuş. Git gide meralar daralmış. Hayvancılıkta dünyaya ihracat yapan ülkelere baktığınız zaman sistemin ana teması mera. Bizim meralarımızın verimsiz olduğunu söyleniyor. Doğru bir tespit ayrıca kuraklık da var. Ama dünyada et üretiminde güçlü olan ülkelere baktığımız zaman, bugün Avustralya’nın üçte ikisi çöl... ABD’de et üretiminde güçlü olan eyaletler resmen çöl... Biz neden bir türlü gidip de oralardan tecrübe kazanıp bu meraları ıslah etmiyoruz? Burada bir soru işareti var. İkincisi meralar bugüne kadar hep sahipsiz kalmış. Örnek vereyim, Orman Bakanlığının 15 bin silahlı gücü var, ormanın bir bakanlığı var, bir genel müdürlüğü var. Ama meracılık hiçbir zaman için bir daire başkanlığından daha büyük bir hale gelmemiş, hep küçük kalmış. Ve mera gitgide küçülmüş, hiç sahibi olmamış. Bazen politikaya kurban gitmiş, bazen siyasete alet olmuş. Her gün bedava karın doyurabilecek bir maliyet sisteminden kopup da her gün para yutan bir kapalı sistemi hayvancılığı tercih ederseniz bundan sonra bırakın eti ucuz yemeyi, etin tedarikinde daha çok zorluk çekmeye başlarsınız.”

Türkiye’nin tarım sektöründe yaşadığı acı tecrübelerden ders çıkarması gerekiyor.

Çünkü tarımsal üretim dengeleri her geçen gün daha kırılgan bir hâl alıyor.

Bugün net olarak görüyoruz ki kapalı sistemde yem bitkisi ithal ederek ve hayvanın önüne hazır yem koyarak bu işi sürdürmek mümkün değil.

Meraların nicelik olarak korunması ve nitelikli hale getirmek üzere ıslah çalışmalarının yapılması elzem…

Hacıince’nin şu tespiti de konuyu özetliyor aslında: “Biz Türkiye’de hayvanın ayağına ot götürüyoruz. Yurt dışında ise hayvanı otun ayağına götürüyorlar. Hangisinin maliyeti daha ucuz? Otu hayvanın ayağına götürürseniz bu maliyetler asla düşmez, hayvanı otun ayağına götürdüğünüzde bu sürdürülebilir bir maliyet olur. Meralar altın değerinde şu an hayvancılıkta. Bugün baktığınız zaman ekranlarda gördüğünüz yüksek yaylaların geçmişte hep mera. Biz o meraları tatilimize, günlük rahatımıza tercih etmişiz maalesef.”

Başka söze gerek var mı?

İrfan Donat – Bloomberg HT Tarım Editörü