Bu durumda hangisini tercih edersiniz? Bana sorulduğunda genellikle fark etmez derim. Anlatan da mutlaka iyiden başlar. Benzer bir yol izleyelim.
TRUMP SÖZÜNÜ TUTABİLİR Mİ?
Bütçeden altyapı yatırımlarının finanse edileceği ancak aynı zamanda vergi indirimlerine gidileceği gibi sözler verildi. Çin mallarına %45 gümrük tarifesi geleceği, kıtanın serbest ticaret anlaşması NAFTA'nın derhal yırtılıp atılacağı anlatıldı. Bir yandan ABD'yi yeniden muhteşem yapmaktan bahsediliyor, diğer yandan ise korumacılık ve ticaretin önüne engellerden.
Bu başka bir yazının konusu olduğu için hızla geçiyorum. Demem o ki bu politikalar kendi içinde oldukça tutarsız görünüyor. Sözlerin her biri tutulmaya çalışılsa başta ABD ekonomisi, ardından dünya ticaretinde oldukça kötü günler görürüz. Benim fikrim, sözlerin tutulmayacağı yönünde. Diğer yandan, dünyayı aşağı çeken ancak ABD'yi yücelten ekonomik programların hem uygulanması güç hem de etkisi piyasa fiyatlamasının tersi yönünde etki yapma ihtimali taşıyor.
Piyasa ilk elden emtiayı uçurdu, dolar tırmandı, Trumpflasyon diyerek tahvilleri sattı, gelişen ülke kurlarında kıyım yaşandı ve Fed'in faiz artışı kesinleşti. İlk fiyatlamalar yanıltıcı olabileceği gibi tarihsel olarak da bu genellikle böyle olmuştur. Üstelik fiyat dinamikleri kendi içinde de şimdilik pek tutarlı değil.
Küreselleşmeden en çok faydalanan ABD değil miydi hem...
Türkiye için bütün bu olanlar ne demek? Asya'da ticari olarak ABD ile yarışan bir konumumuz yok. Latin Amerika'da üretip ABD'ye serbest ticaret anlaşması ile ilk elden satmıyoruz. Ayrıca bu ülkeye ihracatımız da pek düşük. Bu kanalların kapalı olması şimdi bizi avantajlı konuma getiriyor.
ETKİLER MUHTELİF
Yükselen faizler geri dönebilir. Ne var ki problem bizim kısa vadede yukarıda saydığımız kötü özelliklere sahip olmasak da etkileniyor olmamız. İlk örnek aşağıda. ABD 10 yıllık faizi ile Türkiye yabancı para cinsinden faiz arasındaki fark gelişen ülkeler içinde en hızlı açılanlardan biri olduğu gibi, 350 baz puanı da aştı.
Devam edelim. Trump sonrası en çok kaybedenler içinde TL yok ancak yine de listede adımız var. Diğer yandan, vadeyi yıl başından bugüne şeklinde açtığımızda tablo TL aleyhine.
%8-9 civarı bir değer kaybı enflasyon sebebiyle normal olmakla birlikte gerek geldiğimiz nokta gerekse de gidişat dikkat kesilmeyi gerektiriyor. 2015 Sonundan bugüne düşüş %12'nin üstünde. Üstelik Temmuz ayına kadar TL güçlüydü. 15 Temmuz'un acı bir reçetesi olarak kurun bu süreçte %16 düştüğüne şahit olduk.
Altın ve döviz gibi geleneksel Türk tipi tasarruf araçlarına yatırım yapanlar doğal bir koruma almış oluyorlar. Kamunun borcu içinde dövizin payı da 5'te 1 oranında. Hane halkı döviz cinsinden borçlu değil. Bunlar iyi haberler. Ne var ki son yıllarda hızlıca döviz biriktiren şirketlerimiz ve cari açığın küçülmüş hali dahi yüksek seviyesi bizi düşündüren konular. Bunlar içeriye döviz akışının uygun bir maliyetle gelmesini gerektiriyor. Diğer yandan, ihracat yapmak için de ithalat yapan şirketlerin döviz talebini atlamamak gerekiyor. İçeriye uygun maliyetle ve az dalgalı şekilde döviz çekmek zorunluluğumuz var.
Kurdaki zayıflama yüksek ithalat fiyatları kanalıyla enflasyonla mücadelemize zarar verme potansiyeli taşıyor. %3 civarı büyürken yüksek enflasyonu kimse istemez.
Son olarak, son çeyrekte büyümeyi toparlamak adına sayısız mikro tedbir aldık. Bunların talebi uyarmasını umuyoruz. Dövizi barometre olarak kullanan tüketiciler / halk için bu son yükseliş bir endişe kaynağı. Bunu, bugün açıklanan BloombergHT Tüketici Güven Ön Endeksi'nde gördük. Motivasyonu düşen tüketici az harcayacaktır. Bu da son çeyrekte umduğumuz canlanmanın sekteye uğraması demek.
SONUÇ YERİNE
Dövizdeki yükseliş dikkat çekici. Üstelik kimi şirketleri de sıkıştırıyor. Bu yüzden yokmuş gibi yapamayız. İyi haber, Trump büyük ihtimalle tüm sözlerini tutamayacak ve dünyada hem dolar hem faizler gerileyecek. Kötü haber, bu olana kadar sürecek belirsizliğin bize daha fazla zarar vererek finansal istikrar üzerinden makro dengelere etki etmesi ihtimali.
Bunu durdurmak için yapılacaklar belli. Bunların kimileri politik efor gerektiriyor, kimileri ise maliyetsiz. Merkez bankasının biraz daha önce sonlandırması gereken sadeleşmeyi artık tamamlaması, AB ile ilişkilerde kızgın olsak da tonu yumuşatmak, dış politikada büyük bir sopa taşıyıp yumuşak konuşmak gibi maliyetsiz maddeler ile başlayabiliriz. Politik belirsizliğin giderilmesi, güven ortamını hızlıca tesis ederek büyümeye yeniden ivme vermek ve reform ajandasını açıkça paylaşarak ve uygulayarak ekonomideki tıkanıklıkları açmak ise daha orta ve uzun vadeli ancak en hayati konular.