Denizler aşırı, bilinçsiz ve yanlış avcılığın kurbanı
Balıkçılarımızın geçen yılın eylül ortasında 'vira bismillah' diyerek açtıkları avlanma sezonu 15 Nisanda sessiz sedasız sona erdi.
Herkes açısından bereketli bir sezondan bahsetmek zor.
Bu yıl balıkçılık hep yüksek fiyatlar, balık sayısındaki azlık, denizlerdeki yabancı ve zararlı türlerin çoğalmasıyla gündeme geldi.
Bereketsizliğin temelinde birçok faktör var.
Ama en temeline bakarsak karşımıza yine insan faktörü çıkıyor.
Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Sarı, bu yılın bereketli geçmemesinin nedenlerin başında küresel iklim değişikliğine bağlı olarak sıcaklıklardaki artışı gösteriyor.
İklim değişikliğinin en çok balıkçılıkta hissedileceğini belirten Prof. Dr. Sarı, “İklimin işaret fişekleri denizler ve balıklardır. Sürekli olarak denizlerimiz ısınıyor ve sıcak su akıntılarının yerleri değişiyor. Buna bağlı olarak da sürekli kuzeye doğru bir sıcaklık dalgası yükseliyor” diyor.
Buna bir örnek de veren Prof. Dr. Sarı, “Geçen yıl 10 Nisan’daki sıcaklık 10 derece civarındayken, bu yıl ise 12 derece seviyesinde. Bu 2 derecelik sıcaklık, denizlerdeki balık popülasyonu üzerinde, karadaki 10 dereceye tekabül ediyor” tespitinde bulunuyor.
Bu yılın beklendiği kadar soğuk geçmemesi sonucu Karadeniz’den Marmara’ya doğru büyük balık göçünün gerçekleşmediğini kaydeden Prof. Dr. Sarı, buna karşın küresel iklim değişikliğinin etkisiyle Süveyş Kanalı’ndan geçen balıkların sürekli kuzeye yolculuk ederek bizim sularımıza doğru göç ettiğini hatırlatıyor.
Ekosistemin bir parçası olmayan bu türlerin, ekosistemdeki diğer türleri de tehdit ettiğini hatırlatmakta fayda var.
Ekosistemde yok olan ya da sayısı azalan bir tür, bununla beslenen diğer türleri de olumsuz etkiliyor. Aslında bu da ekosisteme verilen hasarda domino etkisi yaratabiliyor.
Türlerimizde çok ciddi bir azalmanın söz konusu olduğunu belirten Prof. Dr. Sarı, avcılık tarafında nicelik kadar nitelik kaybını da çok somut bir veri ile ortaya koyuyor:
1960’lı yıllarda TÜİK’in ilk su ürünleri istatistiklerine bakıldığında 10 bin tonun üzerinde avcılığı yapılan 20 tür balık varken, bugün 10 bin tonun üzerinde avcılık yapılan tür sayısı 5’i zor buluyor.
Prof. Dr. Sarı Türkiye’nin denizlerinde toplamda 512 tür balık olduğunu söylüyor.
Bu 512 türden ticari olarak sadece 10 türden yararlanıyoruz. Bu 10 türün de en az 3 tanesinden ancak bin ton civarında balık elde edebiliyoruz.
Yani sinyaller hiç de iç açıcı değil.
Zaten uluslararası alanda yapılan çalışmalar ve raporlar da insanlığın kendi ayağına kurşun sıktığını resmi olarak teyit ediyor.
İnsanlık denizleri bu şekilde sömürmeye devam ederse, 2048 yılında tüm denizlerdeki balık varlığı bitmiş olacak.
O yüzden Prof. Dr. Sarı durumu şöyle özetliyor: “Bu trendle avlanmaya devam eder, denizleri kirletmeyi sürdürür, riski değil krizi yönetmeye çalışırsak yani kısacası anlayışımızı ve bakış açımızı değiştirmezsek 2048’de denizleri tüketmiş olacağız. Bunun temelinde aşırı, bilinçsiz ve yanlış avcılık var.”
Teknelerde aşırı kapasite yüklemesinin söz konusu olduğunu savunan Prof. Dr. Sarı, “Yani balıkçılarımızın teknelerinde aşırı sermaye birikimi var. Dünyanın en tehlikeli elektronik balık bulucu cihazları bizim balıkçılık filomuzda mevcut. Avlanmada sınırlama var ama denetim yok. Denizlerimizde mevcut sistemden ötürü balık kaynağını tüketmek için bir yarış söz konusu” tespitinde bulunuyor.
Aslında tüm bu sorunların özeti şu: Türkiye’nin balıkçılık yönetimi maalesef sağlıklı işlemiyor.
Tıpkı tarımın diğer alanlarında olduğu gibi su ürünleri tarafında da planlama yapılamadığı için riskleri değil krizi yönetmeye çalışıyoruz.
Bu noktada Prof. Dr. Sarı’nın şu tespiti de oldukça önemli: “Balıkçılığı yönetmek demek av yasakları koymak demek değil. Avcıların denetlenmesi ve kontrolü, balıkçılık yönetimi argümanlarından sadece bir tanesi. Balıkçılık yönetimi için daha birçok enstrümanımız var. Ama biz hep yasaklar üzerinden ilerliyoruz. Balıkçılığı yönetmek demek, insanların 20-30 yıllık bir perspektifle önünü görmesi demek. Şu an balıkçılar önünü göremiyor.”
AVCILIK AZALIYOR, YETİŞTİRİCİLİK ARTIYOR
Aslında Türkiye, sahip olduğu ekolojik zenginlik sayesinde deniz ve iç sularında çok çeşitli ve sayıda balığa ev sahipliği yapıyordu.
Ancak yukarıda bahsedilen tüm risklerin her geçen gün artmasıyla birlikte Türkiye’de su ürünleri üretiminde avcılığın yerini kültür balıkçılığı almaya başladı.
Son güncel veri olarak karşımıza çıkan 2000-2016 yıllarını kapsayan “Su Ürünleri İstatistikleri Raporu”na baktığımızda son 16 yılda avcılıkla elde edilen balık sayısı 503 bin tondan 335 bin tona gerilemiş durumda. Yani avcılık tarafında yüzde 33 azalış söz konusu.
Yetiştiricilikle elde edilen balık miktarı ise 79 bin tondan 253 bin tona yükselerek son 16 yılda yüzde 220 artmış durumda.
Daha öz ifadeyle denizlerimiz fakirleşirken çözümü çiftlik balıklarında bulmuşuz.
Peki avcılıktaki azalış ve çiftlik balıkçılığındaki artış hızı sizce normal mi?
Bizce değil…
Peki mevcut şartlarda bu trend ne kadar sürdürülebilir?
Bunun cevabını da Prof. Dr. Mustafa Sarı veriyor.
“Talebi karşılayacak arz güvenliğini sağlamak için su ürünlerinde yetiştiricilik olmazsa olmazımız” diyen Prof. Dr Sarı, cümlesini “ama…” diyerek sürdürüyor: “Ama bu şekilde yaparak değil. Çiftlikte balık yetiştiriciliği balık unu ve balık yağına bağlıdır. Eğer siz yeterli miktarda balık unu ve balık yağı yetiştiremezseniz, balık yetiştiriciliği de yapamazsınız. 1 kilogram çipura yetiştirmek için denizden 5 kilogramdan fazla balık avlamak zorundasınız. Aslında yapılan şey denizlerdeki doğal balık stoklarını alıp havuzdakine yedirmek... Bu, sürdürülebilir değil, deniz bittiğinde yetiştiricilik olmayacak.”
Özetin özeti sürdürülebilirlik açısından balık stoklarının korunması için etkili ve izlenebilir bir ‘balıkçılık yönetimi’ne acilen ihtiyaç var.
Prof. Dr. Sarı’nın tespit ve uyarılarını dikkate almak gerekiyor.
Aksi takdirde gelecekte balıkları akvaryumda bile göremeyeceğiz.
İrfan Donat
Bloomberg HT Tarım Editörü