İthalata bağımlı bir tarımsal üretim ne kadar sürdürülebilir?
Bundan yaklaşık 3 ay önce ‘Tarımda kur etkisi’ başlıklı bir yazı kaleme almıştık.
23 Mayıs’ta Dolar/TL kuru 4,92 seviyelerini görünce, kurdaki söz konusu hareketin tarım sektörüne yansımalarını değerlendirmiştik.
Son dönemde dolar kuru 7 seviyelerini aştı, şimdilerde 6,10 düzeylerinde seyrediyor.
Kurda oynaklık öyle yüksek ki siz bu yazıyı okuduğunuz sırada Dolar/TL kuru mevcut seviyeden çok daha aşağıda ya da yukarıda olabilir.
Bu durumun, ithalata bağımlı bir üretim modeli içindeki tarım sektörüne yansımaları hiç de iyi olmuyor.
Üretici, ciddi şekilde artan ithal girdi maliyetleri karşısında eli kolu bağlı şekilde sıkıntılı bir süreç yaşıyor.
Tüketici de hak etmediği şekilde gıda ürünlerini pahalıya tüketmek zorunda bırakılıyor.
Tarımda öyle bir üretim modeline sahibiz ki ne üretici ne de tüketici memnun.
Mağdur 81 milyon…
Ama bu mağduriyet gelecek dönemde karşımıza çok daha ağır faturalar da çıkartabilir.
İthalata bağımlı bir tarımsal üretim modeli derken neyi kastediyoruz?
En basit örneğiyle hayvancılık tarafını ele alalım…
Kırmızı et üretiminde arz-talep dengesi sağlanamadığı için hayvan materyali tarafında çareyi ithalatta arıyoruz.
Yani besilik hayvanlar ithal…
Yetmiyor…
Bu hayvanları besleyeceğimiz kaba yem üretimi yetersiz… Kesif yem hammaddesinin yüzde 50’si de ithal…
Bu da yetmezmiş gibi hayvanların aşısından, sperması ve ilacına kadar kullanılan diğer girdilerin de önemli bir kısmını ithalat yoluyla karşılıyoruz.
Yani dolar bazında üretip, Türk Lirası bazında satmaya çalışıyoruz.
Bir başka deyişle dünyanın en pahalı tarımsal üretimlerinden birini yapar durumdayız.
Peki bu bir kader mi?
Başka bir yolu yok mu?
Tabii ki var…
Yıllardır bu konular konuşulur, tartışılır… Tespitler yapılır…
Sorunlar hep masaya yatırılır ve çözüm önerileri üzerinde kafa yorulur…
Kronik hale gelen sorunları konuşmak ve üzerine yorum yapmak konusunda hiçbir eksiğimiz yok, hatta fazlamız var.
Ama lafla peynir gemisi yürümüyor.
Eksik olduğumuz konu ‘icraat’.
Artık tarımda yerli üretime dair acil, tutarlı ve somut politikalar oluşturulması gerekliliği her geçen gün daha net bir hal alıyor.
TARIM SEKTÖRÜNDE “BEKLE VE GÖR” DÖNEMİ
Hayvancılık tarafında mevcut koşulları daha iyi algılamak adına sahadan aldığımız birkaç bilgiyi sizlerle paylaşalım.
Kurdaki yukarı yönlü hareket tarım sektörüne girdi sağlayan tüm firmaların liste fiyatlarını hızla değiştiriyor.
Gübre ve yem tarafında olduğu gibi zirai ilaç satışı yapan şirketlerin tamamı fiyat artışlarına gitti ve gitmeye devam ediyor.
Yem firmaları aylık olarak açıkladıkları üretici liste fiyatlarını önce haftalık olarak açıklar duruma gelmişken, şimdilerde kurdaki aşırı oynaklık nedeniyle günlük olarak fiyat listesi yukarı yönlü güncellenir hale geldi.
Bu girdilerde artışın ne kadar süreceği ve hangi seviyelere geleceğini kimse kestiremiyor.
Mazot dahil olmak üzere firmalar, üreticilere toptan satışlara bu dönemde çok sıcak bakmıyor.
Tarımsal girdi tedarikçisi birçok şirket, kurdaki aşırı oynaklığa karşı kendini korumaya çalışıyor.
Sektör temsilcileri bu noktada öngörülebilirliğin olmadığını söylüyor.
Geçmiş dönemlerde olduğu gibi “Kur otursun, fiyatı ona göre belirleyelim” yaklaşımı sergiliyor.
Herkes “bekle ve gör” politikası izliyor.
Bu durum geçtiğimiz aylarda da kurdaki yükseliş sırasında yaşanmıştı.
İTHALAT CAZİP OLMAKTAN ÇIKIYOR
Mevcut seviyeler birçok üründe ithalatı cazip olmaktan çıkartmış durumda.
Buna besilik hayvan, tahıl ve bakliyat ürünleri dahil.
Rüzgar tersine dönmeye başladı.
Dövizlerdeki bu artış tarımda artık bazı gerçekleri idrak etmemiz açısından önemli.
Bu süreçten çıkarılacak önemli dersler var.
1- Tarımda artık günü birlik değil orta ve uzun vadeli politikaya ihtiyaç var. İçi boş olmayan, altı dolu bir tarım stratejisi ortaya konmak zorunda. Bu strateji mevcut şartlar ve gelişmeler ışığında mutlaka güncellenmeli.
2- İçeride, hem hayvansal hem de bitkisel tarafta yerli üretimi artıracak destekleme ve teşvik politikaları yeniden düzenlenmeli. Bunun da yolu bir önceki maddenin hayata geçirilmesinden geçiyor.
3- Hayvancılığa sadece tek bir açıdan bakmak büyük hata. Kırmızı et sektörünü konuşurken süt sektörünü göz ardı edemeyiz. Eti ve sütü konuşurken de ot/yem meselesini es geçemeyiz.
4- Artık büyükbaş kadar küçükbaş hayvancılık da et politikasının merkezine konulmak zorunda.
5- Meraların kullanımı, kaba yem üretimi noktasında yeni yaklaşım ve modellemelere ihtiyaç olduğu açık.
6- Tohum başta olmak üzere hem bitkisel hem de hayvancılık tarafında ıslah çalışmaları stratejik önemde ve bu önem her geçen sürede daha kritik hale geliyor.
7- Arz-talep dengesi ve fiyat istikrarının sağlandığı sağlıklı ve şeffaf bir piyasa oluşturulmak zorunda. Spekülasyon ve manipülasyonların önüne geçerek piyasada istikrar sağlamanın yolu bu alandaki enstrümanları doğru şekilde kurgulamak ve kullanmaktan geçiyor. Serbest piyasa kuralları ve koşulları sağlıklı şekilde işletilmeli.
8- Üretimden pazarlamaya, ithalattan ihracata kadar kamunun piyasadaki düzenleyici ve denetleyici görevi yeniden tanımlanmalı ve etkin hale getirilmeli.
Bu maddeleri çoğaltmak mümkün...
Ama tüm bunları bütüncül şekilde oluşturmanın yolu masa başından değil sahadaki üreticilerle bir araya gelerek ortak akıl ile hareket etmekten geçiyor.
Artık şunu anlamamız lazım.
Riskleri yönetemeyen krizlerle yüzleşmek zorunda kalır.
Tarım ve gıda tarafında gündemimizi sürekli farklı ‘krizler’ belirliyor.
Tarımda risk yönetimini başaramadığımız için krizlerle boğuşmak zorunda kalıyoruz.
Riski yönetmenin yolu da doğru stratejiyi oluşturmak ve uygulamaktan geçiyor.
Eğer bunu başarabilirsek riski fırsata çevirme şansımız bile var.
Artık tarım, siyaset malzemesi olarak görülmemeli. Tarıma siyaset üstü bir pencereden bakılmak zorunda.
Yerli ve milli tarım kavramı, içinden geçtiğimiz bu günlerde sanırız çok daha somut ve açık şekilde anlaşılır hale geldi.
Bugün net olarak kavramamız gerek husus şu: ‘Kendi kendine yeterlilik’ bir tercih değil zorunluluk haline geldi.
Ülke olarak yaşadığımız her tecrübe bunu teyit ediyor.
İrfan Donat
Bloomberg HT Tarım Editörü